Mehmet Ali BULUT BÖLÜM 9
BİR İTİRAZ VE RÖLATİVİTE ( 02 )
Işte insan dışı yaratıklarla irtibat ve iletişim kurulabileceğini de Hz. Süleyman’ın lisanından aktarılan şu ayetten anlıyoruz:
“Süleyman Davud’a varis olup dedi ki: Ey insanlar! Bize ‘mantıku’t-tayr’ öğretildi ve bize her şeyden verildi” (Neml, 16)
Burada bizi ilgilendiren “mantıku’t-tayr”dır.
‘Mantık’, ‘nataka’ kelimesinin mastarıdır. Nataka ‘söz söyledi’ ‘(adam) konuştu’ demektir. Kuşların konuşmasını anlatmak için ilk etapta akla gelmesi gereken bir fiil değildir.
Bunun yerine ‘kelleme’ filinin mastarı olan ‘tekellüm’ de kullanılabilirdi. Kullanılmamış. Çünkü
tekellüm, doğrudan insana bakar. Insanın konuşmasına ‘tekellüm’ denir.
Buradaki konuşma ‘mantık’ kelimesinin ikinci anlamı olan ‘makuliyeti’ de çağrıştırır. Böylece
‘uçan’ cim veya kuşlarla kurulacak iletişimin insanların konuşmasına benzemediği ihtar edilmiş olur.
‘Nataka’ kelimesi cansız varlıklar çin de kulanılır. ‘Nataka’l- avdu’ (ses çıkardı) anlamınadır. Yani ‘nataka’ fiili, zihinsel iletişimi ve ‘sinyal’leri ifade eder. Demek ‘uçucularla’ yapılacak muhabere veya iletişim ancak sinyallerle olacak. Bildiğimiz kelimelerle değil.. Nitekim atmosfer dışı varlıklarla insanların kurabildiği iletişimler radyo dalgaları ve sinyallerledir..
Bu ayette Hz. Süleyman, insanlara Uzaylılarla iletişimin yollarını öğretiyor. Bunun bildiğimiz dil
formlarıyla değil, daha evrensel bir iletişim yolu olacağını hatırlatıyor. Nitekim ‘tekellüm’ iletişim kurma biçimlerinin en alt tabakasıdır. Balinaların iletişimi bile biz insanların iletişiminden daha ilginçtir..
Yakırada zikrettiğimiz ayetten iki adım sonra gelen ayette de Süleyman’ınn karıncalarla kurduğu iletişime sahip oluruz. Süleyman insanlar, cinler ve ‘tayr’lardan (bu kelime malesef bütün tefsirlerde
‘kuş’ diye geçer. Çünkü o dönemlerde bilinen tek uçucu kuşlardır) oluşan ordusu Neml Vadisi’ne girdiği zaman Süleyman aleyhi’s-selam, karıncalar kralının kendi halkına “Ey karıncalar yuvalarınıza çekilin. Süleyman’ın ordusu sizi bilmeden ezebilir” dediğini duydu. Bu duyuşun ve algılayışın bizim bildiğimiz tarz olmayacağını pekala tahmin edersiniz. Nitekim süleyman, bu çağrıyı duyup algılayınca tebessüm ette
ve “Bana verdiğin nimetlerle beni azdırma ya Rabbi” diye Allah dua ve şükretti..
Enbiya Suresi, 79. ayet, Sebe’ Suresi 10. ayet ve Sad Suresi 19 ve 19. ayetlerde
dağların ve kuşların Hz. Davud’a baş eğdirildiği onun emrine verildiği belirtilir.
Burada söz konusu ettiğimiz ayet Sebe’ Suresi’nin 10. ayetidir. Bu ayette Allah, dağları kuşları
Davud’un emrine verdiğini hatırlatır hatırlatmaz, ona madenleri eritmeyi öğrettiğini de hatırlatır.
Birbiriyle alakasız gibi görülen üç şey peş peşe sıralanır. Oysa bugün bu üç unsur arasında çok rahat ilişki kurabiliyoruz. Dağlar her türlü madenin kaynağıdır. Onların Davud’un çağrısına aynıyla karşılık vermesi, hem aksi sedaya (eko) işaret var hem de madendeki ses özelliğine işaret var. Dağların canlı gibi davuda ses vermesi, kuşların ona boyun eğmesi ve madenlerin ilk defa onun tarafından eritilmesi birer mucize olarak aktarılır.
Meryem Surse’nde geçen, Hz Isa’nın “ben size çamurdan bir kuş yaparım ve ona üflerim o da uçuverir” şeklindeki ayet ile bu ayet birlikte zikredildiği zaman ikisi arasındaki irtibat net anlaşılır.
Dağlardan elde edilecek madenlerin eritilip kuşa dönüştürüleceği fikrini pekala ilham eder.
...........
Fazla uzatmaya gerek kalmadan görüyoruz ki, sadece et ve kemik olan kuşlar söz konusu değil. Madenden yapılma kuşlar da söz konusu.
Nitekim, bir çok eski efsanede ve destanda ‘demir kuşlar’dan ‘ateş kuşlar’dan söz edilir.. Tayr’ kelimesi etrafında yaptığımız bu yorumlardan sonra şimdi Fil Suresi’ni ele alabiliriz..
Fil Suresi
Mekke, bünyasinde barındırdığı Ka’be dolayısıyla en
eski zamanlardan beri Arabistan’ın hem kültür hem ticaret merkeziydi. Buralarda her yıl kültür şenlikleri düzenlenir, şiir yarışları tertip edilir ve kurulan panayırlarda hem kültür alış verişinde bulunulur hem de ticaret yapılırdı.
Putperest kureyşliler, bu faaliyetler sayesinde büyük servetler edinmişlerdi.
Habeşistan, bütün çabalarına rağmen, bu kültürel faaliyetleri ve ticari sürkilasyonu kendi üzerine çekemiyordu. Gün geçtikçe Mekke daha zengin oluyor ve kültür merkezi olmma bakımından öne geçiyordu.
Dönemin Haübeşistan kralı Ebrehe, putperest olan Kureyşliler’in bu avantajı Ka’be sayesinde yakaladıklarını biliyordu. Eğer kendisi de bir mabed inşa ederse, belki ticareti Habeşistana çekebilecekti.
Öyle de yaptı. Altın kubbeli muhteşem bir mabed yaptırdı ve herkesi buraya gelmeye mecbur
etti. Mekkelilere de bu yolda haber gönderdi.
Bunun üzerine Habeşistan’a giden bir Kureyşli, bu da mabed mi diyerek, mabedin içine pisledi. Buna çok öfkelenen Ebrehe, Mekke’yi alıp Kabe’yi yıkmaya karar verdi. Ordusunun önünde fillir
yürüyordu. Nihayet Mekke civarına gelince, otağını kurdu ve Mekke’lilerin sürülerini gasp etmeye başladı..
O sıralarda Mekke’nin siyasi lideri, Hz. Peygamberin dedes Abdulmuttalib’ti. Ebrehe
Abdülmuttalib’in de 200 devesini almıştı..
Bu haber Abdülmuttalibe ulaşınca, Abdülmuttalib, Ebrehe’nin karargahına gitti. Ebrehe, onun Mekke’nin affı için yalvaracağını umuyordu. Ama öyle olmadı. Abdülmuttalib, develerini talep etmek için geldiğini söyledi..
Ebrehe şaşırdı. Onun Mekke lideri olarak kendisinden bağışlanma dileyeceğini ve Kabe’ye zarar vermemesini isteyeceğini sandı. Ve:
Sen develerin için mi geldin. Oysa ben, senin Kabe’ye zarar vermemem için ricacı olacağını umuyordum dedi. Abdülmuttalib ona şu cevabı verdi:
-Hayır ben Kabe için gelmedim. Ben develerim için geldim. Ben develerimin sahibiyim. Kabe ise Allah’ındır.
Ebrehe, aşağılayıcı bakışlarla Abdülmüttalibi süzdükten sonra:
-Verin şunun develerini, yarın hepsini birlikte alacağım!
Abdülmuttalib ordan ayrıldıktan hemen sonra Fil Suresi’nde geçen hadise cereyan etti.. Şimdi surenin mealini aktaralım:
“Görmedin mi Rabbin Fil sahiplerine ne yaptı? Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?
Üzerlerine “siccil taşları” fırlatan “uçan ebabil”ler gönderdi.
Ve onları
“asfin mekul”e çevirdi..
Burada üzerinde duracağımız kelimeler ‘tayr’, ‘ebabil’, ‘siccil’ ve ‘asf’tır.
Tayra: Bu kelimeyi yukarıdan beri izah edip geliyoruz. Burada bu sureye has bir iki nüansına temas edeceğiz
Bilindiği gibi ‘tayr’ uçan şeye verilen genel addır. Bu surede ‘tayr’ kelimesinin ‘nekre’ (belirsiz) bir isim olarak kullanılması, bunların bildiğimiz kuşlar olmadığına dikkat çekmek içindir. Elmalı Hamdi yazır bu surenin tefsirini yaraken “Bu kelimenin nekre kullanılması, bunların tanınmadık, bilinmedik garip uçucular olduğunu hatırlatmak içindir” der.
“Tanınmadık, garip kuş”
Bu ifadeler son derece ilginç değil mi?
UFO’ların ingilizcedeki karşılığıyla tam tamına örtüş müyor mu; (tanımlanamyan uçan cisim)!.
Tahmin ediyoruz ki, merhum Yazır, bu tefsiri yaparken, UFO’lar görünmüş olsaydı, mutlaka onlara bir telmihte bulunurdu..
Çünkü Elmalı Tefsiri, teknolojik gelişmelere en çok dikkat çekmiş tefsirlerden biridir hatta kendi
Elmalı aynı kelimenin tefsirinde “Bunlar -siz bunu uçan cisimler olarak da anlayabilirsiniz- o zamana kadar oralarda hiç görülmemiş, irili ufaklı, siyah, yeşil, bayaz, takım takım kuşlardı”
Eğer surede geçen ‘tayr’ kelimesi bilinen bir tür kuş olsaydı, bunların irili ufaklı olması veya değiyik renklerde olması gerekmezdi. Oysa irili ufaklı ve muhtelif renkelredn söz ediliyor ve bunların takım takım, yani filolar halinde saldırdığı belirtiliyor.
Amon-Ra’nın dönüşünü anlatan “Yıldız Geçidi” filmiyle, Amerika’nın Uzaylılar tarafından istilasını anlatan ve yeni yeni vizyona giren filmdeki uzay araçları gözönüne alınacak olsa, Ebabil -ki aşağıda izah edeceğimiz gibi ebabil, filo demektir- diye nitelendirilen kuşların ne derece hakikate uygun olduğu da anlaşılır..
Bilinen bir gerçek varsa, bu surede geçen Tayr, bildiğimiz kuşlar değildi ve o daha önce hiç
görülmemişti..
Ebabil
Bu surede geçen diğer ilginç bir kelime de Ebabil’dir.
Tefsirlerde Eababil kuşun adı olarak değil, ‘uçuş şekli’ diye anılır. Uçan ve aşağıdakilere ‘siccil’
atan bu uçucuların uçma biçimini anlatmaya yöneliktir.
Ebabil kelimesini anlatabilmek için ‘şemati’ ve ‘abadid’ kelimeleri örnek verilmiş.
Şemati, askeri literatürde ‘dağınık kıtaları’, ‘abadid’ ise ‘manga’, ‘bölük’ ve ‘filo’ları anlatır. Bütünden ayrılıp küçük birlikler oluşturmaya ‘abadid’ denmiş..
Ebabil’in ilginç bir yanı da bu keleminin müfredinin yani tekilinin olmamasıdır. Daima çokluk olarak kullanılır. Tıpkı filo gibi. Filo dendiğinde hemen aklınıza üçten fazla sayılar akla gelir.
Sahabeden ünlü müfessir Ibn-i Mes’ud da bu kelimeyi ‘uçan fırkalar’ iye tefsir etmiş. Bugün buna
kısaca ‘filo’diyebiliriz.
Ünlü müfessir Ibni Cerir de Ebabil’i kuşun adı aolarak değil, uçuş biçimlerinin vasfı olarak algılamamız gerektiğini söyler ve Ebabil’i, “dört bir taraftan ayrı ayrı ve gruplar halinde uçmanın adı” diye zikreder.
Ancak bazı tefsirlerde, bu kelimenin ‘ibbale’ kelimesinden geldiğini, ibbalenin de grup ve demet anlamına kullanıldığnı hatırlatır. Görülüyor ki, hangi anlamda kullanılırsa kullanılsın, Fil Suresi’nde geçen
‘uçucuların, Ebabil Kuşları ile alakası yoktur. Ebabil onların adı değil, uçuş şekillerini anlatan bir vasıftır..
Sonra bu uçan varlıklarla ilgil başka teferrualar da vardır. “Bunların ayakları köpek ayağına benziyordu” deniliyor ve Deniz’den geldikleri ve
ansızın belirdikleri rivayet ediliyor. Ve renliliklerine özellikle dikkat çekiliyor.
Siccil
Siccil kelimesi de surede dikkat çeken bir kelime. Siccil kelimesi Kur’an-ı kerimde başka yerlerde
de geçer. Bir ayette ise ‘müsevveme’ kelimesi ile birlikte anılır. Müsevveme ‘nereye isabet edeceği belirlenmiş’ anlamınadır. Hedefe kilitlenmiş füzeye de ‘müsevveme’ denir
Siccil, tefsirlerde kabaca ‘bişmiş sıcak taş’ olarak geçer. Bugün rahatlıkla bomba diyebileceğimis
siccil kelimesinin tefsirlerdeki yorumları incelendiğinde, müfessirlerin nerde ise ‘bomba’ diye nitelendirilecek bir anlamı yakalamaya çalıştıklarını hissedersiniz.
Zamehşeri, ‘sanki yazılmış, tedvin edilmiş (yani koordine edilmiş ve sabitleştirilmiş) ateş dolu azap’ diyor siccil için.
Siccil, keçi veya koyun gübresi iriliğinde taşlar diye tanımlanmış ve kuşların bunları ağızlarında
ve ayaklarında taşıdıkları rivayet edilmiş. Bir savaş uçağını anlatmak için acaba o devirde bundan daha güzel tanım yapılabilir miydi?
Ibni Abbas ise ‘fındık’ tanımı yapıyor, çok çok ağır cisimler olduğunu aktarıyor. Fındığın bildiğiniz
gibi üzerinde sert bir kabuk vardır ama özü yani işe yarayan kısmı içindedir.
Size kurşunu hatırlat mıyor mu?
Evet bu uçan cisimlerin Ebrehe ordusuna fırlattığı bu siccil’ler onları bir anda ‘asfi me’kul’e
çevirdi.
Asfin Me’kul, yenmiş kırık dökük hale gelmiş ekin demektir. Bu saldırı neticesinde onlar yanmış,
yerler de delik deşik olmuştu. Dışardan bakan biri, saldırının gerçekleştiği yeri, biçilmiş ve sonra çiğnenerek kırık dökük samanlara dönüşmüş bir şekilde gördüler. Bu tasvir bombardıman sonrasının en güzel tanımı değil mi?
GALAKTİK İNSAN WEB TEAM
GALAKTİK İNSAN WEB TEAM
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder