Mehmet Ali BULUT BÖLÜM 10
PARALEL EVRENLER
Maddi evrenden bildiğimiz pozitif beyaz evren katlarından sayısız paralel evren olur. Bunun tersine bir de antimadde ya da negatif soyut evrenler olduğuna göre bunların da negatif paralel evrenleri olmalıdır. Paralel negatif
ve pozitif, madde antimadde evrenleri kara delikler birbirine bağlar. (Tünel denen dördüncü mekan boyutu).
Eğer kara delikler olmasaydı sonsuza kadar bu evrenlerden haberimiz olmayacaktı. “Alemlerin
Rabbi” (Bütün evrenlerin terbiyecisi) bu hakikati anlatır. Böylece Allah, var olan bütün evrenlerin
kendi kudreti altında olduğunu hatırlatır.
Keza, ayette geçen “Allah iki doğunun da iki batının da Rabbidir” ifadesi bu negatif ve pozitif
paralel evrenlerin hatırlatılmasına yöneliktir. Beyaz evrendeki Doğu, Siyah evrendeki Batı olmaktadır.
Bu paralel evrenleri biz üst üste konmuş iki levha şeklinde algılarız. Bu iki evreni bağlayan tünel ise üçüncü boyuttur. Gerçekte ise bizim evrenimiz üç mekan koordinatlarından kuruludur ve tünel bu
mekanların dördüncüsüdür.
Sürüngenlerin gözleri iki yanda olduğundan derinlik duygusunu algılamazlar. Her şeyi sinema perdesi gibi üst üste yapışık görürler.
Gelişkin canlılar derinliği görürler. Fakat onlar da zamanı algılayamazlar. Yalnızca insan zihni, dört
boyutu (en, boy, derinlik, zaman) birden kavrar. Bizim mekan olarak kavradığımız en, boy ve derinliktir. Sürüngenler derinliği algılayamadıkları gibi biz de dördüncü mekan olan Tünel’i algılayamıyoruz. Oysa rüyaların mekanı burasıdır.
Bu tünel mekan, bizim bir üst boyuta geçmemizi sağladığı gibi, üst boyutta yaşayan varlıkların
da bizim evremize geçmesini sağlar. Ve zaman sürecini ortadan kaldırır. (Bilindiği gibi rüyalarda bizim bildiğimiz zaman mefhumu yoktur. Aynı anda sayısız mekanda ve sayısız olayı yaşayabiliriz
Dolayısıyla, tek yönlü zaman şeridiyle ancak milyar mılyar ışık yılı bir sürede kat edebileceğimiz bir yolu, tünelller vasıtasıyla bir anda geçmemiz mümkündür. Hz. Peygamber’in mirac’ta kullandığı yol
‘tüneller” geçididir.
Nitekim her tünelin girişinde, ondan geçiş ruhsatı olup olmadığı sorulmuştur ve Cebrail’e “Men maak” (Yanındaki kimdir) denmiştir. Çünkü normal olarak maddi bir beden tünellerden geçerken yok olabilir. Ancak onun sırrını bilenler o tünellerden rahat geçebilirler. Insanın maddi bedeniyle ahirete intikal edeceğinin sırrı da burada gizlidir..
Demek ki, bizim çok uzakta sandığımız varlıklar burnumuzun dibinden geçen paralel bir evrende
yaşıyor olabilirler ve “yıldız geçidi” (yani paralel evrenleri birbirine bağlayan geçit) vasıtasıylabir anda bizim evrenimizde görülebilirler. Ve aynı süratle yeniden kendi evrenlerine geçebilirler.
Mekan’da kimin yaşadığına zaman belirtilince hüküm verilir. Paralel evrenler gereği, bizim
evrenimizin yaşı 20 milyar yıl ise, sıfır noktasının etesinde de eksi 20 yıl yaşında bir evren mevcuttur. Ve iki evren arasındaki zaman dilimi 40 milyar yıldır. Halbu ki ikisi de aynı uzayda aynı yerdedirler. Fakat araya “zaman duvarı” girmiştir.
Yani iki evren arasındaki mesafe kırk milyar yıl olduğu halde, tünel bağlantısıyla bir saniyenin de altına inebilir.
Bir defter sayfasını düşünelim. Bir yüzünün tam ortasına bir nokta koyalım ve bu noktadan bir çizgi çekelim. Bonra bu çizgiyi öbür yüzündeki merkez nokta ile birleştirelim. Geçecek zaman 40 milyar yıldır. Ama aynı noktaya bir toplu iğne ile hemen geçiveririz.
Işte evreler arası bu kadar uzak ve bu kadar yakındır..
Geleceği temsil eden evremiz ile geçmişi temsil eden öteki evren iki aynı şey olup başka zamanlarda yaşamaktadırlar.
Hızır gibi bu evrenler arasında seyahat edebilen Zülkarneyn’in bir seddin arkasına hapsettiği Yecüc ve Mecüc’u gelecekte, gömüldükleri geçmişten çıkarak direkt zamanımıza geçecek ve kıyamete doğru dünya sahnesinde boy gösterecek yaratıklardır.
O halde Zülkarneyn’in ördüğü sed bir ‘Zaman -Mekan Seddi’dir. Geçmişteki evren gibi onlar da karşımıza çıkacaktır. Ancak onların görünmesi, iki evrenin karşılaşmasından daha önce olacaktır. Çünkü iki evrenin karşılaşması, bu evrenin yok olması demektir ki o da koyamettir..
Hatırlarsanız bir bilim kurgu dizisi vardı Saylonlular, diye. Gerçi abartılı şeyler vardı ama tasvirler
hiç de yabana atılacak cinsten değildi.
Hiç bir şey olmasa bile.. Insan zihninin bu mesele ile bu kadar meşgul olması, onların var edilmesine yetecektir.
(Not bu kısım Hans Von Ayberg’in Arz’dan Arşa Sonsuzluk Kulesi adlı eserinden iktibas
edildi. Onun bu konulardaki çalışmaları çoğumuza ışık tutacak niteliktedir. Çalışmaları
takdire şayandır.)
“Gökte olandan emin mi oldunuz?”
Şimdi, Kur’anı Kerim’in, etrafında en çok tartışılmış iki ayetini ele alacağız. Mülk Suresi’nin 16. Ve 17. ayetleri olan bu ayetlerde şöyle denilir:
“Gökte olanın, size ansızın saldırıp sizi yere göçürüvermesinden güvende misiniz. O an bir de bakarsınız, yer temelinden sarsılıvırmiş..”
“Gökte olanın üzerinize dumansız ateşlerle saldırmamasına karşı kendinizi nasıl
gücvencede hissedersiniz? Işte o on tehdit nasıl olurmuş, korku neymiş anlarsınız..”
Bu iki ayette geçen “men fi’s-semai” hem Allah’a dair inançla ilgili tartışmalara sebep olmuş, hem de “gökteki”nden maksadın ne olduğu tartışma konusu olmuş..
Üzerinde ittifak edilen bir husus varsa bu “men” ile tarif edilen varlık veya varlıkların Melek kapsamına girmediğidir..
Öyleyse bu “men” edatıyla işaret edilen bu, (veya bunlar) kim?
Bazı müfessirler, “men”in Allah’a baktığını ileri sürmüşler ve “Allah göktedir” demişler. Bu yaklaşım ise “Allah’ın mekansızlığı” ilkesine ters düşüyor..
Cenabı Hak, kendi Zatıyla ilgili “Onun kürsüsü (tahtı) gökleri ve yeri içine alır..” (Bakara 255)
beyanatında bulunur. Öyleyse onu “Gökteki” diye tanımlamak yanlıştır. Çünkü göğün tamamı onun ihata alanı içerisindedir.
Üstelik “Onun benzeri hiç bir şey yoktur..” (Şura, 11) ayeti ışığnda O’nu gökte tasavvur etmek
ve “Gökte olan” ifadesinden ‘Allah’ı anlamak yanlıştır, hatadır..
Öyleyse bu “gökteki” veya “göktekiler” kim? Melek değil, Allah da değil.. Cin ise bir Yer yaratığıdır. Şeytan, yaradılış formasyonu itibarıyla ‘melek’ sınıfına girer. Demek ki, bu iki ayette geçen ve “men fi’s-semai” diye nitelendiren varlıklar başka tür bir varlıktır.
Elmalı Hamdi Yazır, tefsirinde, “men” ifadesinden Allah’ın anlaşılabileceğini kabul ettirmek için 3 sayfalık bir yorum yapar. Tabii neticede o da bilinenlerden ve zamanının sahip olduğu bilgilerden harektle tefsir yapmıştır.
Bu tefsirin yapıldığı dönem için UFO’lardan söz etmek mümkün değildi. Çünkü böyle bir bilgi
yoktu ve henüz onlar, Zulkarneyn’in ördüğü boyut hapsinde idiler..
Fakat bunların tarihin hiç bir döneminde kullanılmadıklarını söylemek zor. Yok edilmiş kavimlerin, yok ediliş biçimleri incelendiğinde atom bombası da dahil, ışınlanmaya kadar değişik yöntemlerin kullanıldığı görülür.
Mesela Leyke halkı, yok edilmiştir. Yani ertesi gün şehre gelenler tamamen bom boş bir şehir buldular. Üstelik bir tek cenaze de meydanda yoktu. Tamen ortadan kaldırılmışlar ve Gelibolu’da kaybolan Ingiliz Bölüğü gibi yok olup gitmişlerdi..
Keza Lut kavminin cezalandırıldığı gece, şehri sabaha karşı terk eden Lut aleyhisselam ve beraberindekilere verilen en sıkı talimat, patlama anında dönüp arkaya bakmamaları idi!
Hatta bazı rivayetlerde dönüp geriye bakan birinin ‘kör olup, taş kesildiği’ belirtilir.. Bu ve
benzeri tasvirler ve rivayetler bize bir atom bombasını anlatır.
Elbetet ki Cenab-ı Hak, kudret ahibidir. Ama o bu “sebepler dünyası”nda kudretini vasıtalarla izhar eder. Pekala melekler gibi, yukarıdaki ayetlerde “men” işaretiyle tarif edilen melek dışı varlıkları da bu amaçla kullanmış olabilir ve bu O’nun kudretine halel getirmez..
Sonuç olarak, göktekilerin -siz buna uzaylı deyin- insanlara yönelik bir saldırıları söz konusudur
ve bu çok şiddetli olacaktır.
Nitekim aynı surenin 20. ayetinde Cenab-ı Hak, “Rahmanın nezdindeki bu ordulara karşı hangi ordularla karşı koyacaksınız?” diye soruyor.
Rahman’ın ordularının vasıfları ise 19. ayette anlatılır. “Onlar, üzerlerinde uçan kuşlara bakmıyorlar mı. Onları gökte tutan, boşlukta uçmalarını sağlayan Rahman’dır.” deniliyor.
Şimdi 16 - 20 ayetlerini birlikte yorumlayalım.
“Uzaydakilerin ansızın size saldırıp sizi yere geçirmelerine karşı nasıl güvende olabilirsiniz? Onlar bunu yapmaya muktedirdir. O zaman göreceksiniz ki altınızdaki yer sarsıntılar geçiriyor.
“Hem siz uzaylıların size dumansız ateşlerle (hasib) -bugünün verileriyle lazer-
saldırmayacaklarından emin misiniz? Hayır hayır emin olmayın. Bunu yapacaklar. Ve siz o zaman korkutulmak nasıl olurmuş, dehşet neymiş anlayacaksınız.
Hatırlayın daha önce de bizim uyarılırımızı, peygamberlerimizin getirdiği bilgileri kale
almayan topluluklar oldu. Onları nasıl cezalandırıp yok ettiğimizi gör müyor musunuz?. Bunu yapabileceğimiz konusunda bir şüpheniz mi var?
Şüpheniz olmasın. Üzerinizde uçuşup duranlara (kuş, uçak, helikopter, füze ve UFO)
bakmıyor musunuz. Onları o boşlukta tutan Rahman’dan başkası değildir. O, her şeyi görendir.
Hem onlara karşı kendinizi ne ile savunacaksınız. Şu elinizdeki ordularla mı? Rahmanın kudretli ordularına karşı kendinizi bu ordularla mı savunacaksınız? Yazık! Gerçeği görmemekte
ısrar edenler, aldatıcı bir gurur içindedirler..”
GALAKTİK İNSAN WEB TEAM
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder