İslam bilgini ve düşünürü Muhiddin Arabi'nin, Fusus ül-Hikem adlı kitabı gizemli kitapların içerisinde yer alıyor. Arabi, Allah'ı ve peygamberleri anlatan bu kitabının, Hz. Muhammed tarafından yazdırıldığını belirtiyor. Araştırmacı ve yorumcu Şevket Pekel, Fusus ül-Hikem'i inceledi.
İSLAM BİLGİNLERİNİN en önemlilerin*den biri olan Muhiddin Arabi'nin asıl adı, Ebu-bekir Muhyiddin Bin Ali'dir. İslami felsefeye alışılmışın dışında bir yorum getiren Muhid*din Arabi, 1165 yılında İspanya'nın Murciya kentinde doğdu. O dönemde, Murciya önemli kültür merkezlerinden biriydi. Muhiddin Arabi, ilk eğitimini burada aldı. Hocaları tarafından üstün öğrenci olarak nitelendiril*diği için, eğitimini geliştirmesi amacıyla Endülüs'teki Kurtuba kentine gönderildi. Babası ile beraber Kurtuba'ya gelen Arabi, ünlü İslam düşünürü İbni Rüşd'ün talebesi oldu.
İbni Rüşd'ün bilgilerinden çok yararlanan Muhiddin Arabi, bu ünlü bilgini derinleme*sine etkiledi ve kısa bir zaman sonra öğreni*mini tamamlayarak oradan ayrıldı. İbni Rüşd onun için şöyle diyordu: "Ancak kitaplarda rastlanabilecek düzeyde, şimdiye kadar hiç karşılaşmadığım biri." Sonra ekliyordu: "Benim okuyarak elde ettiğim ilmi, o görünür halde şekillendirerek elde etti. Bende henüz düşünce halinde olanları ise, ona söylemeden, bana kendi düşünceleri olarak açıkladı."
"Rüyamda peygamberi gördüm"
Muhiddin Arabi, yazdığı kitaplarda olağan*üstü bilgiler verirken, birçok peygamber ve veli ile de görüştüğünü belirtir. Verdiği bilgi*lere göre bu görüşmeler üç şekilde gerçekleşmiştir:
a) Rüyada görerek,
b) Onları dünyaya davet ederek,
c) Bedenini terk edip, onların bulunduğu yere ulaşarak.
Arabi, 500'den fazla kitap yazdı. Bunların içerisinde en ünlüleri Fütuhatı Mekkiye ve Fusus ül-Hikem'dir. Fusus, onun tüm çalış*maları içerisinde en değerlisi olarak kabul edilir. Kitabın adı, her bölümün başlığından gelir ve "hikmetlerin özü" anlamındadır.
Muhiddin Arabi, Fusus'u yazma nedenini şöyle açıklıyor: "627 Hicret yılı, Muharrem ayının son günlerinde, Şam'da iken. Tanrı pey*gamberi Hz. Muhammed'i gerçek bir rüya anlamında gördüm. Elinde bir kitap tutuyordu. Bana dedi ki, bu Fusus ül-Hikem kitabıdır. Bunun al ve halka açıkla ve bu bilgilerden her*kes yararlansın." 27 bölümden oluşan bir kitap olan Fusus ül-Hikem'in her bölümünde bir peygamberin kişiliği ve görevlerinin özel*liği anlatılır.
"Allah, başlangıcı olmayandır"
Fusus ül-Hikem, anlaşılması oldukça zor ve birçok araştırmacıyı uzun zamandır uğraştı*ran bir kitap. Muhiddin Arabi, peygamber
lerle ilgili görüşlerini dile getirirken, kitabının bir bölümünü Allah kavramı üzerine ayırmış. Onun Allah düşüncesine olan yaklaşımı, fark*lılığı ve daha da önemlisi cesurca görüşler getirmesi bakımından dikkat çekiyor. Arabi, Fusus'ta Allah'ı şöyle tanımlar:
c) Bedenini terk edip, onların bulunduğu yere ulaşarak.
Arabi, 500'den fazla kitap yazdı. Bunların içerisinde en ünlüleri Fütuhatı Mekkiye ve Fusus ül-Hikem'dir. Fusus, onun tüm çalış*maları içerisinde en değerlisi olarak kabul edilir. Kitabın adı, her bölümün başlığından gelir ve "hikmetlerin özü" anlamındadır.
Muhiddin Arabi, Fusus'u yazma nedenini şöyle açıklıyor: "627 Hicret yılı, Muharrem ayının son günlerinde, Şam'da iken. Tanrı pey*gamberi Hz. Muhammed'i gerçek bir rüya anlamında gördüm. Elinde bir kitap tutuyordu. Bana dedi ki, bu Fusus ül-Hikem kitabıdır. Bunun al ve halka açıkla ve bu bilgilerden her*kes yararlansın." 27 bölümden oluşan bir kitap olan Fusus ül-Hikem'in her bölümünde bir peygamberin kişiliği ve görevlerinin özel*liği anlatılır.
"Allah, başlangıcı olmayandır"
Fusus ül-Hikem, anlaşılması oldukça zor ve birçok araştırmacıyı uzun zamandır uğraştı*ran bir kitap. Muhiddin Arabi, peygamber
lerle ilgili görüşlerini dile getirirken, kitabının bir bölümünü Allah kavramı üzerine ayırmış. Onun Allah düşüncesine olan yaklaşımı, fark*lılığı ve daha da önemlisi cesurca görüşler getirmesi bakımından dikkat çekiyor. Arabi, Fusus'ta Allah'ı şöyle tanımlar:
"Tanrı, tektir ve eşsizdir,
Her şey O'ndandır, her şey O'nundur ve her şey O'dur,
O, hiçbir şeye muhtaç olmayandır,
Allah, 'bir' tanımlamasıyla bile sınırlandırı-lamayandır.
Biz, Allah hakkında, kayıtsız, şartsız (salt) bilim ve hayat sahibidir deriz.
Buna göre, Allah diri ve bilgindir ve biz Hakk'ın ilmi hakkında, O, başlangıcı olmayan*dır, deriz."
Muhiddin Arabi, Allah'ın öncesi ve son*rası ile ilgili düşüncelerini, güçlü bir biçimde ortaya koyar ve şöyle der: "O, evvel (ilk, baş*langıç) olmakla beraber bir başlangıca bağla*namaz. İşte, bu nedenle, O'nun hakkında 'ahir' (son) tanımı kullanıldı. Başlangıç ve sonun aynı varlıkta olması, varlığın tekliğini gerektirir. Yani, O'ndan başka bir varlığın olmadığını düşündürür. Çünkü.bir şeye evvel veya son diye*bilmek için ondan başka bir şeyin daha olması gerekir. Ancak, o zaman, o şeyin evvel ve son olduğu söylenebilir. Öyleyse, O'nu başlangıç veya sondur, diye sınırlandıramayız." Böylece, Muhiddin Arabi, Allah kavramının sonsuz*luğu hakkında bir fikir vermiş olur.
"O'nun İçin bilinmeyen yoktur"
Muhiddin Arabi, Allah'ın bütünlüğünü ve O' nun idrak edilebilmesini, objektif bir biçimde ortaya koyarken, O'nun ulaşılmazlığını da açıkça ortaya koyar:
"Bil ki, Allah denilen varlık, kendisi bakı*mından tek ve eşsizdir, isim ve sıfatları (kudret ve imkânları), bakımından O bir 'kül', yani topluluktur veya bütündür. Her yaratılanın ancak kendisine göre bir Rabbi, yani Tanrı'sı vardır. Bu nedenle, Allah'm yaratılana göre bir bütün olması mümkün değildir. Bununla bera*ber, hiçbir varlık için de, öncesizlik, yani baş-langıçsızlık yoktur. O, yani başlangıcı olmayan varlık, parçalanmayı, bölünmeyi kabul etmez. O'nun eşsiz birliği, kendisinde düşünce halinde var olan tüm kudret ve imkânların toplamı demektir. Demek ki, her varlık, kendisinin sahip olduğu değer kadar, yani ulaştığı anlayış, kavrayış ve bilinç kadar O'nu idrak edebilir."
Arabi'ye göre, insanın Allah'ı tam olarak idrak edebilmesi hiçbir zaman mümkün değil*dir. Bunu da şöyle belirtir: "Hiçbir varlık, elde ettiği değerle, O'nun eşsiz birliğini eksiksiz ve mükemmel olarak kendi varlığında bulamaz ve O'na ulaşamaz. Bu mümkün değildir. Böyle olmasaydı, her bilinç sahibi varlık için hem kendisinin (mikrokozmos), hem de evrenin (makrokozmos) hiçbir gizliliği, bilinmeyenliği kalmaz. Yalnız, O'nun için gizlilik ve bilinme*yen yoktur. Geri kalan her varlık için, çeşitli düzeylerde gizlilikler ve bilinmeyenler vardır."
"Hiçbir varlık Allah'ı idrak edemez. Bu, tam olarak mümkün olsaydı, insan hem kendisinin (mikrokozmos), hem de evrenin (makrokozmos) bütün gizemini ve bilinmeyenini öğrenirdi
Fusus ül-Hikem'in birçok yerinde rastla*nan örnekleme yöntemi bu noktada da ortaya çıkar ve Arabi devam eder: "Düzgün bir ayna karşısında, insanın görünen şekli, bakan kimse*nin şeklinden başka bir şey değildir. Bazen, ayna yüzeyi pürüzlü veya eğimli olabilir; o zaman, bakan kişi kendisini olduğundan çok daha değişik görebilir. Yani, çok uzun veya çok şişman gibi... Aslında, aynaya bakanda bir değişiklik yoktur ama görüntüyü sağlayan araç, yani ayna, ona farklı bir görünüm verir. Evrende, birbirinin aynı değerinde olan iki var*lık yoktur. Çünkü, her varlık O'nu kendi değe*rine uygun olarak belirtir. Cam kandil içindeki ışık, bakan kimseye kandil camının rengiyle görünür. Oysa, gerçekte kandil ışığının rengi yoktur. Bunu bilmeyen veya anlamayan ışığın renksizliğini inkâr eder."
"Allah, yaradılıştan önce neredeydi?"
Fusus ül-Hikem'in en ilginç bölümlerinden birisi, Allah'ın yaradılıştan önce nerede oldu*ğunun anlatılmasıdır. Bu bölümde, Arabi, düşüncelerini coşkuyla iletirken, ortaya gizemli bir deyim atıyor: "Allah, tüm varolan*ları yaratmadan önce, 'Ama'daydı. Sonra, arş, yani âlem üzerine yayıldı." 'Ama' sözü, tasav*vur edilmesi, düşünülmesi, idrak edilmesi mümkün olmayan, belirsizlik ya da kesin bir bilinmezlik halidir. Arş ise, O'nun yoktan var ettiği ve onlar üzerinde var olan kesin ege*menliğinin ifadesidir. Burada, önemli olan, "yok" deyiminin kavranabilmesidir.
Nasıl bir kör, hiç görmediği, kendisine anlatılmayan, dokunarak dahi varlığını hayal edemediği, kıyaslama yapamadığı bir olguyu canlandıramaz, düşünemez, anlayamaz ve anlatamazsa; "yok" kavramı da hayal edil*meyen, belirlenemeyen, bilinmeyen olarak kabul edilmelidir. Sözlük anlamı olarak, yok, var olan veya var olmuş bir şeyin karşıtıdır. Bu bize, varlığını bilemediğimiz bir şeyi ben*zetme, karşılaştırma yoluyla belirlemeye çalışmamızı getirir. Oysa, "ama" sözcüğün*den anlaşılan, sözlük anlamından anlaşılan değildir.
"Âlem: Allah'ın gölgesi"
Bir diğer bölümde, Muhiddin Arabi'nin âlem, insan ve ölüm hakkındaki düşüncelerini bulu*yoruz. Arabi, tüm yaklaşımlarında dogma*tizmi reddetmiş ve fanatik düşünce biçiminin üzerine çıkmaya çalışmıştır:
"Alem, Allah'ın belirmesidir. O, âlemin ruhu olup, sevk ve idare eder. Evrenin tümü O'dur, O, benim ve O'nun varlığı ile ayakta duran tek varlıktır.
Alemin başka gerçek bir varlığı yoktur. Alem, O'ndan ayrı bir varlık değildir. Görmez misin ki, gölge sahibinden çıkmış ve ona bitişik olduğu halde, sahibinden görünüşte ayrılması imkânsızdır. Nasıl insanın gölgesi, ancak göl*genin düştüğü yer aracılığı ile görünüyorsa, Alem de, Allah'ın gölgesinin üzerine düştüğü madde aracılığı ile idrak edilir, bilinir.
Kur'an-ı Kerim'de, "Her şey beni zikreder ama siz anlayamazsınız" denilir. Bu ayeti anlamak, ancak maddenin, var olan her şey hakkında bilgilenme yönünde ve evrimimizde aracı olarak kullanılmasıyla mümkün olabilir.
"Ölüm: Yeni bir âlemin başlangıcı"
Fusus ül-Hikem, insanoğlunun en korkulu düşmam olan ölümü, bir geçiş, bir köprü ola*rak tanımlar. Arabi'ye göre ölüm, düşünül*düğü gibi değildir: "İnsanı, Allah'ın ölümle yok etmesi, yıkması, O'nun koruduğu şeyi yok etmesi, ortadan kaldırması demek değildir. Ölüm bir çözülmedir. Ölüm, insanın manevi benliğinin, Hak t tarafından kendisine çekilme*sidir. Çünkü, her şey O'na döner. O, insanı kendi âlemine aldığı zaman ona, terk ettiği madde dünyasındaki oluşumundan ayrı bir olu*şum ve düzen verir. O âleme ait olan ve o âlemin madde cinsinden olan bu yeni oluşum, bulun*duğu âleme uygunluk göstereceği için ebediyen dağılmaz ve çözülmek bilmez. Eğer, ölü veya ölen kişi, öldüğü veya öldürüldüğü anda yeni bir yaşama kavuşmasaydı, Allah, kimsenin ölü*müne karar vermez ve ölümünü mümkün kıl*mazdı. Bunların tümü, O'nun elindedir. Öyleyse, ölen kişi için kaybolmak asla yoktur'.' Muhiddin Arabi, bu bölümde ölümü sade bir dille, açık bir biçimde anlatmaya çalışıyor. Görüldüğü kadarıyla, özellikle bir nokta dik*kat çekiyor. Ölümden sonra bir yaşam vardır, ölüm bitiş değildir. Ölümlü bu dünya terk edildikten sonra, gidilen yerin özelliğine uygun bir yapı oluşur.
Muhiddin Arabi'ye göre İnsan, ölümden sonra, başka bir âlemde, o âleme uygun bir madde cinsinden yeni bir oluşum ve düzen kazanır. Bu nedenle, ölüm asla bir yok oluş değildir
İnsan bedeni, Muhiddin Arabi'ye göre, dünyaya ait, ölümle çözülen, dünyada kalan bir bileşkedir. Asıl yaşam sahibi ya da yaşam gücü, bedene can veren ve bedeni vasıta ola*rak kullanan ruhtur. Ruh, bulunduğu yerin özelliğine göre, özel formlar oluşturur. Bu onun yeteneğidir.
Kur'an-ı Kerim'de, her şeyin O'nu zikret*mesi demek, var edilen hiçbir şeyin hareketsiz ve cansız kalmadığı demektir. Öyleyse, ölüm*den sonra, bazılarının dediği gibi, hareketsiz, beklemede kalınan bir yer ve zaman aralığı yoktur. Olmaması gerekir.
Şeyhül Ekber (en büyük veli) Muhiddin Arabi. 1165 yılında İspanya'da Murciya' da doğdu, 1240 yılında Şam' da öldü. Yazdığı kitaplarda, geleceğe dönük kehanetlerde de bulunduğu söyleniyor. Bazı iddialara göre, Fransız astrolog Nostradamus, kehanetlerini yazarken, Arabi'den esinlenmiştir
Gelecekte daha çok anlaşılacak
Fusus ül-Hikem'in gizemini çözmek için, uzmanlar araştırmalarını sürdürüyorlar. As*lında, Arabi'nin birçok yaklaşımı, şaşılacak derecede günümüzde ortaya atılan ölüm son*rası yaşam teorilerine uyuyor. Zaman içinde yapılacak çalışmalar sonucunda, bu gizemli kitabın, birçok bilinmeyeni açık bir biçimde ortaya koyacağı belirtiliyor.
Kaynak:
Bilinmeyen, Sayı:55
GALAKTİK İNSAN WEB TEAM
fusus'ül hikem de yazan diğer konulardan da hasetseydiniz keşke . ayrıca yazdıklarınızı okudukça aydınlandığımı hissediyorum
YanıtlaSil