Mehmet
Ali BULUT BÖLÜM 8
BİR İTİRAZ VE RÖLATİVİTE (01)
“Uzaylılar var” denildiği zaman hemen ileri sürülen bir itiraz var..
Deniliyor ki, “Güneş sisteminde başka dünya yok. Bize en yakın ilk yıldız -daha doğrusu
güneş- olan Andromeda’dır ve bize şu kadar milyar ışık yılı mesafededir. Bu kadar uzun bir
mesafeyi nesnel varlıkların aşıp gelmeleri mümkün değildir..”
Bu izah, daima ileriye doğru akmak üzere ayarlanmış insan mantığının bir eseridir. Oysa
ışınlanma ve rölativite bu itirazları sonuçsuz bırakmaktadır..
Kur’an-ı Kerim’de Hz. Süleyman’ın ‘gudvvuha şehrun ve revahuha şehrun’ (gidişi bir ay, gelişi
bir ay) diye nitelendirilen bineği ile, Belkıs’ın tahtının, bir saniyenin de altında bir zaman içinde
Yemen’den bugünkü Kudüs’e ışınlanması bu itirazlara açık cevaplar veriyor. (Sebe’ Suresi, 10. Ayet ve devamı) video 01
Deniliyor ki, “Güneş sisteminde başka dünya yok. Bize en yakın ilk yıldız -daha doğrusu
güneş- olan Andromeda’dır ve bize şu kadar milyar ışık yılı mesafededir. Bu kadar uzun bir
mesafeyi nesnel varlıkların aşıp gelmeleri mümkün değildir..”
Bu izah, daima ileriye doğru akmak üzere ayarlanmış insan mantığının bir eseridir. Oysa
ışınlanma ve rölativite bu itirazları sonuçsuz bırakmaktadır..
Kur’an-ı Kerim’de Hz. Süleyman’ın ‘gudvvuha şehrun ve revahuha şehrun’ (gidişi bir ay, gelişi
bir ay) diye nitelendirilen bineği ile, Belkıs’ın tahtının, bir saniyenin de altında bir zaman içinde
Yemen’den bugünkü Kudüs’e ışınlanması bu itirazlara açık cevaplar veriyor. (Sebe’ Suresi, 10. Ayet ve devamı) video 01
video 01
Guduv gidiş, revah gelişi anlatır. Kısacası Süleyman’ın bineğinin hızı, gidiş-dönüş altmış gün /saattir. Kur’an’ın ifadesinde bir gün, bizim saydıklarımızla 1000 bin yıldır. Demek ki, Süleyman’ın
bineğinin hızı 1.000 x 60 = 60 bin yıl / saattir. Bu da saniyede 1000 ışık yılı demektir. (22/ 47)
Insanın keşfettiği en büyük hız şimdilik ışık hızıdır. (Oysa tasavvufta ‘nur hızı’ denilen ve
hayalden daha süratli olan bir hız birimi vardır) Işığın saniyedeki sürati 300 bin kilometre olduğuna göre -
ki ışık uzayın bütün kavislerini ve bükeylerini tarayarak geçer- Hz. Süleyman’a verildiği belirtilen
bineğin hızı ışık hızından da yüksektir.
Bu da akla, -bugünkü verilerin ışığında anlatacak olursak- ışınlanma süratinin hızını gösteriyor.
Çünkü, Belkıs’ın tahtı, göz kapayıp açıncaya kadar Yemen’den Kudüs’e taşınmıştı..
Ve üstelik bunu da “Reculün indehu mine’l- kitabi ilmün” (kitabi bilgilere -ki, bu tecrübi
bilgileri de anlatıyor- sahip bir adam) diye vasıflandırılan bir insan başarmıştı.
Bu ifade, bize bilimsel çalışmalarla insanlığın varabileceği sınırları çok net olarak gösteriyor..
Çünkü, bu işi yapmaya Cin taifesinden bir ‘ifrit’ de talip olmuştu. Ancak onun tanıdığı süre biraz
daha uzundu. Yani ‘ayağa kalkıp oturacak kadar’ bir süre.. Hz. Süleyman bu süreyi uzun buldu ve
bugünün ifadesiyle teknolojik bilgiye de sahip olan yardımcısından talep etti ve Taht bir anda hazır oldu..
Belkıs, gelip de tahtını orada bulunca ona soruldu:
-Bu taht senin mi?
Belkıs’ın verdiği cevap, bugün ‘sanal gerçekçilik’ diye nitelendirilen bilimin de ilk tanımı idi:
-Sanki o!
Bugün sanal varlıklara Ingilizede ‘sanki o’ denilmesi oldukça ilginç değil mi?
Demek ki, bizim kendimizi Işık hızına hapsedip, onun üzerinde nesnel varlığın taşınmasını
yadsımamız, sadece ve sadece bilgilerimizin henüz ilkellikten kurtulmamış olmasından kaynaklanıyor..
* * *
Bizim ışık hızına hapsedilmiş olmamız, başka yaratıkların da bu hıza hapsolunduğuna
inanmamızı gerektirmez. Uzayda, -elbette tabiatları yaşadıkları gezegenin tabiatına uygun dizayn
edilmiş- varlıklar vardır ve olmalıdır..
Nitekim, UFO’ların varlığı nerde ise sabit olmuştur.
Amerika Birleşik devletlerinin, 1960 yılında başlattığı Apollo serisi uzay uçuşlarına “refakatçi”
uçan cisimlerin eşlik ettiği, hem astronotların ses kayıtlarıyla, hem de çekilen resimlerle isbat edilmiştir.
Bilindiği gibi Ay’a ilk inen Apollo -14’ten çıkıp Ayda yürüyen ve burada hatıra resmi çektiren
astronotların arka pilanında iki UFO da poz vermişti. Bu tarihi uzay yolculuğunun iki UFO’nun refaketinde
gerçekleştiğini NASA çok iyi bilmektedir.. Hatta hatırlarsanız, bu resmi basan Time dergisi tez elden
toplatılmıştı.
Keza astronotların ses kayıtlarında bu cisimlerden açık açık söz edildiği ve AY’da son derece
ahenkli esrarengiz bir müziğin duyulduğu haberi de o sıralarda basına yansımıştı.
Burada, özellikle cinlerin ‘temessül etme’ (istediği forma girip, gözükme) kabiliyetinden
haberdar olanlar diyebilirler ki, UFO’lar, cinlerin bir oyunudur. Bu pek de akla uzak olmaz. Cinler
atmosfer içinde böyle görüntüler verebilirler. Ancak Apollo 14’e refakat eden uçan cisimler atmosfer
dışında bunu gerçekleştirmişlerdi. Demek ki, bunlar cinler olamazdı..
* * *
KAVRAMLAR
Dabbe
Bu kelimeye öncelik vermemizin iki nedeni var.
Birincisi, bu kelime ile kast edilen varlakların metaboluzma olarak bize benzeyen varlıkların kast
edilmiş olması..
Elmalı Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili adlı tefsirinde dabbekelimesine şu açıklamayı getirir:
“Hafif, hissettirmeden yürüme, debelenme demektir. Hayvanlar ve böcekler için kullanılır.
Içkinin vücuda yayılması, bir çürüğün etrafına bulaşması gibi hareketi gözle tesbit edilemeyen
canlılar için kullanılır..... Şu halde, tren, otomobil, bsiklet gibi -şunu hemen hatırlatalım, bu tefsir
yazıldığında bilinen mekanik yürüyücüler bunlardan ibaretti. Bunlara bugün robotlar dahil daha
bir çok eklemeler yapmak mümkündür)
..........
Bununla beraber, “Allah her dabbeyi sudan yarattı. Onların bir kısmı ayaksızdır karnı
üzerinde sürünür, bir kısmı iki ayaklıdır, bir kismi dört ayak üstünde yürür...” (Nur suresi 24/25)
ayetinde zikredildiği gibi bütün yürüyen canlı türlerini içine alır..
Ikincisi, dabbe diye nitelen varlıkların yerde ve gökte bulunduğunun belirtilmesidir..
Dabbe keliseninin Kur’an-ı Kerim’de ilk geçtiği yer Bakara Suresi’nin 164. Ayetidir. Bu ayette
‘dabbe’ kelimesiyle yer yüzündeki kuşlar hariç her türlü yürüyen canlılar kast edilmiş..
Ikinci ‘dabbe’ kelimesi ise Hud Suresi’nin 6. ayetinde geçer. Burada da yer yüzündeki
dabbelerden söz edilir. “Yer yüzünde rızkı Allah’a ait olmayan hiç bir canlı yoktur. ki, onların karar
kıldıkları yeri de varacakları yeri de bilir. (Bu bilgilerin) hepsi Kitab-ı mübin’dedir.” ( Burada Kitab-ı
Mubin’den maksadın ne olduğuna girmek konumuzun dışında kalıyor..)
Ayette “dabbe”nin “nekre” (belirsiz isim) olarak kullanılması çok ilginçtir. Bu ifade tarzıyla Cenabı
Hak, ayette geçen dabbenin kesinlikle, “hayvan” tarifi içine girecek dabbeden olmadığına, onun
bambaşka bir varlık olduğuna dikkat çeker. Aşağıda tefsirini yapacağımız Neml Suresi’nin 82. Ayeti, bu
dabbeden maksadın ne olduğunu netleştirir..
Dabbe tefsirlere göre, ‘deprenip duran her tür canlı’ anlamına kullanılmış. Ayette geçen “fi’l-
Ardi” (yeryüzünde) ifadesi, tahsis için değildir. Yani bu kelimenin sadece dört ve daha çok ayaklıları
değil, aynı zamanda iki ayaklı -insan gibi- varlıkları da kapsamına aldığını hatırlatmak içindir.
Diğer bir ilginç husus da bu ayetten hemen sonra, uzayı ve uzayın altı günde yaratıldığını
anlatan ayetin gelmesidir.
Dabbe kelimesi aynı surenin 56. ayetinde de geçer. Burada da benzer ifadeler kullanılır. Ancak
bu sefer dabbe’nin mekanı belirtilmemiştir ve bütün yaratıkların Allah tarafından idare edildiği hatırlatılır..
Şu ana kadar, ‘dabbe’ kelimesiyle yer arasında sürekli bir irtibat vardı. Ama aşağıda vereceğimiz
ayette ‘dabb’ yere has kılınmamıştır aksine yer ile birlikte gökteki dabbelerden söz edilmektedir.
Işte bizi yakından ilgilendiren ayet!.
Nahl Suresi’nin 49. ayeti net bir şekilde yer ve gök dabbelerinden bahseder. Dabbe
kelimesiyle metabolizmaları bize benzeyen yaratıkların kast edildiğini bir kere daha hatırlatarak ilgili ayeti
aktaralım:
“Göklerde ve yerde mevcut bütün ‘dabbeler’ ve melekler -dabbenin gök denince hemen
akla gelen meleklerden ayrı tutulduğuna hasseten dikkat etmek gerekir- hiç büyüklenmeden
Allah’a secde ederler” Yani onun emrine uyarlar..
Burada özellikle dikkat edilmesi gereken hususlar şöyle sıralanabilir..
birincisi; Dabbe kelimesiyle metabolizması bize benzeyen, daha doğrusu elemental canlı
yaratıklar zikredilmektedir..
Ikincisi, ilk iki ayette dabbe kelimesi ‘dünya’ ile sınırlı tutulduğu halde bu ayette ‘gökteki
dabbeler’den yani uzaylı diye niteleyebileceğimiz, şuurlu, bilinçli, inisiyatif sahibi yarıtklardan söz
edilmektedir..
Üçüncüsü, ‘dabbe’ ile anlatılmak istenen canlıların, soyut varlıklar olan ‘melek’lerden farklı
olduğunun hasseten vurgulanmış olmasıdır..
Ve nihayet dördüncüsü, her topluluk gibi gök ve yer dabbelerinin de ilahi emirlere uymaktan
başka çareleri olmadığı vurgulanır..
Casiye Suresi’nin 4. ayeti de ilginçtir.
Bu ayette ise dabbe kelimesi, insanlardan ayrı tutulur ve şöyle buyurulur:
“Sizin yaratılışınızda ve çoğaltıp yaydığı dabbelerde ibret almasını bilenler için deliller
vardır” (Casiye, 4)
Tefsirler, ayetin metninde ‘yer’ kelimesi geçmediği halde, bu çoğaltılıp yayılan yaratıkları yer ile
irtibatlandırmışlar. Oysa metin, “Ve fi halkikum ve ma yebussu min dabbetin” şeklindedir ki, “min”
ile dabbeler içinde bir türe dikkati yoğunlaştırır.
Bu türün “insan” insan kelimesiyle birlikte anılması da ona benzerliği ihtar eder.
Aslında ayette insan kelimesi de geçmemektedir. ‘Halkikum’ kelimesindeki ‘kum’ zamiri insana
bakar. Bu ‘kum’ zamiri, doğrudan insana baktığı ve çokluk ifade ettiği halde, Dabbe kelimesinin “min”
ile tahsis edilmesi ve “nekre” (belirsiz) olarak kullanılması, ister istemez zihni, yetirince bilimeyen bir
türe yönlendiriyor.
‘Yabussu’ kelimesi ile de bu varlığın seri bir şekilde çoğalıp yayılabildiğine dikkat çekilir.
Ve geldik, ‘dabbe’ kelimesi konusunda bize en ilginç fikirleri verecek ayete..
Neml Suresinin 82. ayetinde insanlarla konuşacak dabbeden söz edilir. Ve bu kıyamet öncesinde
görülecek bir türdür ki, insanlığa akibetini söyleyecek..
“ Söz sabit olacağı zaman (yani kıyamet öncesinde), onlar için yerden bir canlı çıkarırız.
Insanlara, Allah’ın ayetlerini ve maksadını anlayamadıklarını söyler”
Şimdi UFO’larla ilgili verileri gözden geçirelim ve bilgilerimizi tazeliyelim. Bugüne kadar yapılan
bütün araştırma ve incelemeler, onlardan olanan mesajlar ve bilgiler, UFO denilen araçlarla bizim
dünyamıza kadar sokulup yer küreyi yakından inceleyen bu yaratıkların bir tek maksadı var..
bineğinin hızı 1.000 x 60 = 60 bin yıl / saattir. Bu da saniyede 1000 ışık yılı demektir. (22/ 47)
Insanın keşfettiği en büyük hız şimdilik ışık hızıdır. (Oysa tasavvufta ‘nur hızı’ denilen ve
hayalden daha süratli olan bir hız birimi vardır) Işığın saniyedeki sürati 300 bin kilometre olduğuna göre -
ki ışık uzayın bütün kavislerini ve bükeylerini tarayarak geçer- Hz. Süleyman’a verildiği belirtilen
bineğin hızı ışık hızından da yüksektir.
Bu da akla, -bugünkü verilerin ışığında anlatacak olursak- ışınlanma süratinin hızını gösteriyor.
Çünkü, Belkıs’ın tahtı, göz kapayıp açıncaya kadar Yemen’den Kudüs’e taşınmıştı..
Ve üstelik bunu da “Reculün indehu mine’l- kitabi ilmün” (kitabi bilgilere -ki, bu tecrübi
bilgileri de anlatıyor- sahip bir adam) diye vasıflandırılan bir insan başarmıştı.
Bu ifade, bize bilimsel çalışmalarla insanlığın varabileceği sınırları çok net olarak gösteriyor..
Çünkü, bu işi yapmaya Cin taifesinden bir ‘ifrit’ de talip olmuştu. Ancak onun tanıdığı süre biraz
daha uzundu. Yani ‘ayağa kalkıp oturacak kadar’ bir süre.. Hz. Süleyman bu süreyi uzun buldu ve
bugünün ifadesiyle teknolojik bilgiye de sahip olan yardımcısından talep etti ve Taht bir anda hazır oldu..
Belkıs, gelip de tahtını orada bulunca ona soruldu:
-Bu taht senin mi?
Belkıs’ın verdiği cevap, bugün ‘sanal gerçekçilik’ diye nitelendirilen bilimin de ilk tanımı idi:
-Sanki o!
Bugün sanal varlıklara Ingilizede ‘sanki o’ denilmesi oldukça ilginç değil mi?
Demek ki, bizim kendimizi Işık hızına hapsedip, onun üzerinde nesnel varlığın taşınmasını
yadsımamız, sadece ve sadece bilgilerimizin henüz ilkellikten kurtulmamış olmasından kaynaklanıyor..
* * *
Bizim ışık hızına hapsedilmiş olmamız, başka yaratıkların da bu hıza hapsolunduğuna
inanmamızı gerektirmez. Uzayda, -elbette tabiatları yaşadıkları gezegenin tabiatına uygun dizayn
edilmiş- varlıklar vardır ve olmalıdır..
Nitekim, UFO’ların varlığı nerde ise sabit olmuştur.
Amerika Birleşik devletlerinin, 1960 yılında başlattığı Apollo serisi uzay uçuşlarına “refakatçi”
uçan cisimlerin eşlik ettiği, hem astronotların ses kayıtlarıyla, hem de çekilen resimlerle isbat edilmiştir.
Bilindiği gibi Ay’a ilk inen Apollo -14’ten çıkıp Ayda yürüyen ve burada hatıra resmi çektiren
astronotların arka pilanında iki UFO da poz vermişti. Bu tarihi uzay yolculuğunun iki UFO’nun refaketinde
gerçekleştiğini NASA çok iyi bilmektedir.. Hatta hatırlarsanız, bu resmi basan Time dergisi tez elden
toplatılmıştı.
Keza astronotların ses kayıtlarında bu cisimlerden açık açık söz edildiği ve AY’da son derece
ahenkli esrarengiz bir müziğin duyulduğu haberi de o sıralarda basına yansımıştı.
Burada, özellikle cinlerin ‘temessül etme’ (istediği forma girip, gözükme) kabiliyetinden
haberdar olanlar diyebilirler ki, UFO’lar, cinlerin bir oyunudur. Bu pek de akla uzak olmaz. Cinler
atmosfer içinde böyle görüntüler verebilirler. Ancak Apollo 14’e refakat eden uçan cisimler atmosfer
dışında bunu gerçekleştirmişlerdi. Demek ki, bunlar cinler olamazdı..
* * *
KAVRAMLAR
Dabbe
Bu kelimeye öncelik vermemizin iki nedeni var.
Birincisi, bu kelime ile kast edilen varlakların metaboluzma olarak bize benzeyen varlıkların kast
edilmiş olması..
Elmalı Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili adlı tefsirinde dabbekelimesine şu açıklamayı getirir:
“Hafif, hissettirmeden yürüme, debelenme demektir. Hayvanlar ve böcekler için kullanılır.
Içkinin vücuda yayılması, bir çürüğün etrafına bulaşması gibi hareketi gözle tesbit edilemeyen
canlılar için kullanılır..... Şu halde, tren, otomobil, bsiklet gibi -şunu hemen hatırlatalım, bu tefsir
yazıldığında bilinen mekanik yürüyücüler bunlardan ibaretti. Bunlara bugün robotlar dahil daha
bir çok eklemeler yapmak mümkündür)
..........
Bununla beraber, “Allah her dabbeyi sudan yarattı. Onların bir kısmı ayaksızdır karnı
üzerinde sürünür, bir kısmı iki ayaklıdır, bir kismi dört ayak üstünde yürür...” (Nur suresi 24/25)
ayetinde zikredildiği gibi bütün yürüyen canlı türlerini içine alır..
Ikincisi, dabbe diye nitelen varlıkların yerde ve gökte bulunduğunun belirtilmesidir..
Dabbe keliseninin Kur’an-ı Kerim’de ilk geçtiği yer Bakara Suresi’nin 164. Ayetidir. Bu ayette
‘dabbe’ kelimesiyle yer yüzündeki kuşlar hariç her türlü yürüyen canlılar kast edilmiş..
Ikinci ‘dabbe’ kelimesi ise Hud Suresi’nin 6. ayetinde geçer. Burada da yer yüzündeki
dabbelerden söz edilir. “Yer yüzünde rızkı Allah’a ait olmayan hiç bir canlı yoktur. ki, onların karar
kıldıkları yeri de varacakları yeri de bilir. (Bu bilgilerin) hepsi Kitab-ı mübin’dedir.” ( Burada Kitab-ı
Mubin’den maksadın ne olduğuna girmek konumuzun dışında kalıyor..)
Ayette “dabbe”nin “nekre” (belirsiz isim) olarak kullanılması çok ilginçtir. Bu ifade tarzıyla Cenabı
Hak, ayette geçen dabbenin kesinlikle, “hayvan” tarifi içine girecek dabbeden olmadığına, onun
bambaşka bir varlık olduğuna dikkat çeker. Aşağıda tefsirini yapacağımız Neml Suresi’nin 82. Ayeti, bu
dabbeden maksadın ne olduğunu netleştirir..
Dabbe tefsirlere göre, ‘deprenip duran her tür canlı’ anlamına kullanılmış. Ayette geçen “fi’l-
Ardi” (yeryüzünde) ifadesi, tahsis için değildir. Yani bu kelimenin sadece dört ve daha çok ayaklıları
değil, aynı zamanda iki ayaklı -insan gibi- varlıkları da kapsamına aldığını hatırlatmak içindir.
Diğer bir ilginç husus da bu ayetten hemen sonra, uzayı ve uzayın altı günde yaratıldığını
anlatan ayetin gelmesidir.
Dabbe kelimesi aynı surenin 56. ayetinde de geçer. Burada da benzer ifadeler kullanılır. Ancak
bu sefer dabbe’nin mekanı belirtilmemiştir ve bütün yaratıkların Allah tarafından idare edildiği hatırlatılır..
Şu ana kadar, ‘dabbe’ kelimesiyle yer arasında sürekli bir irtibat vardı. Ama aşağıda vereceğimiz
ayette ‘dabb’ yere has kılınmamıştır aksine yer ile birlikte gökteki dabbelerden söz edilmektedir.
Işte bizi yakından ilgilendiren ayet!.
Nahl Suresi’nin 49. ayeti net bir şekilde yer ve gök dabbelerinden bahseder. Dabbe
kelimesiyle metabolizmaları bize benzeyen yaratıkların kast edildiğini bir kere daha hatırlatarak ilgili ayeti
aktaralım:
“Göklerde ve yerde mevcut bütün ‘dabbeler’ ve melekler -dabbenin gök denince hemen
akla gelen meleklerden ayrı tutulduğuna hasseten dikkat etmek gerekir- hiç büyüklenmeden
Allah’a secde ederler” Yani onun emrine uyarlar..
Burada özellikle dikkat edilmesi gereken hususlar şöyle sıralanabilir..
birincisi; Dabbe kelimesiyle metabolizması bize benzeyen, daha doğrusu elemental canlı
yaratıklar zikredilmektedir..
Ikincisi, ilk iki ayette dabbe kelimesi ‘dünya’ ile sınırlı tutulduğu halde bu ayette ‘gökteki
dabbeler’den yani uzaylı diye niteleyebileceğimiz, şuurlu, bilinçli, inisiyatif sahibi yarıtklardan söz
edilmektedir..
Üçüncüsü, ‘dabbe’ ile anlatılmak istenen canlıların, soyut varlıklar olan ‘melek’lerden farklı
olduğunun hasseten vurgulanmış olmasıdır..
Ve nihayet dördüncüsü, her topluluk gibi gök ve yer dabbelerinin de ilahi emirlere uymaktan
başka çareleri olmadığı vurgulanır..
Casiye Suresi’nin 4. ayeti de ilginçtir.
Bu ayette ise dabbe kelimesi, insanlardan ayrı tutulur ve şöyle buyurulur:
“Sizin yaratılışınızda ve çoğaltıp yaydığı dabbelerde ibret almasını bilenler için deliller
vardır” (Casiye, 4)
Tefsirler, ayetin metninde ‘yer’ kelimesi geçmediği halde, bu çoğaltılıp yayılan yaratıkları yer ile
irtibatlandırmışlar. Oysa metin, “Ve fi halkikum ve ma yebussu min dabbetin” şeklindedir ki, “min”
ile dabbeler içinde bir türe dikkati yoğunlaştırır.
Bu türün “insan” insan kelimesiyle birlikte anılması da ona benzerliği ihtar eder.
Aslında ayette insan kelimesi de geçmemektedir. ‘Halkikum’ kelimesindeki ‘kum’ zamiri insana
bakar. Bu ‘kum’ zamiri, doğrudan insana baktığı ve çokluk ifade ettiği halde, Dabbe kelimesinin “min”
ile tahsis edilmesi ve “nekre” (belirsiz) olarak kullanılması, ister istemez zihni, yetirince bilimeyen bir
türe yönlendiriyor.
‘Yabussu’ kelimesi ile de bu varlığın seri bir şekilde çoğalıp yayılabildiğine dikkat çekilir.
Ve geldik, ‘dabbe’ kelimesi konusunda bize en ilginç fikirleri verecek ayete..
Neml Suresinin 82. ayetinde insanlarla konuşacak dabbeden söz edilir. Ve bu kıyamet öncesinde
görülecek bir türdür ki, insanlığa akibetini söyleyecek..
“ Söz sabit olacağı zaman (yani kıyamet öncesinde), onlar için yerden bir canlı çıkarırız.
Insanlara, Allah’ın ayetlerini ve maksadını anlayamadıklarını söyler”
Şimdi UFO’larla ilgili verileri gözden geçirelim ve bilgilerimizi tazeliyelim. Bugüne kadar yapılan
bütün araştırma ve incelemeler, onlardan olanan mesajlar ve bilgiler, UFO denilen araçlarla bizim
dünyamıza kadar sokulup yer küreyi yakından inceleyen bu yaratıkların bir tek maksadı var..
Insanlığı, hızla yuvarlanıp gittiği akibeti konusunda uyarmak. Adeta bize verdikleri mesajlarla bizi bu bozgunculuktan, bu fesadlardan ve kan dökücülükden korumaya, vazgeçirmeye çalışıyorlar..
Buradan hemen yaradılışı hatırlatalım ve meleklerin itirazını düşünelim. Ne diyordu melekler:
“Ya rabbi yer yüzüne halife olarak atayacağın bu insan, orada bozgunculuk yapacak ve alemi fesada verecek.”
Işte şimdi biz ürettiğimiz teknoloji ile hızla akibetimizi, yani kıyameti hazırlıyoruz. Oysa Cenab-ı
Hakk’ın, insandan beklediği barış ve esenlikti.. Nitekim gönderdiği dine hep ‘islam’ yani barış adını koydu. Ama insanlar, adı barış olan ve insanlar arasında barış ve kadeşliği tesis etmesi için gönderilen
bu dinleri nifak, ayrılık ve savaş sebebi haline getirdiler. Kendilerine emanet edilen bu cenneti cehenneme çevirdiler.
Ilerde daha geniş temas etmeyi umduğumuz Tarık Suresi’nde geçen, “In kullu nefsin lemma aleyhi hafiz” ayeti, açık seçik, insanların tümünün gözetim ve gözetleme altında olduğunu ortaya koyar.
Işte şimdi biz kıyamet öncesindeyiz ve bugüne kadar kendilerini gizleyen bu yaratıklar, insanlarla konuşmaya, yani ilişki kurmaya başladılar..
UFO’ların gözükmesi yakın dönemlerdedir. Geçmiş bazı efsenilerde, gökten gelen varlıklardan
söz edilir. Bunların resmi de çizilmiştir. Ama UFO’lar günümüzün mesajcılarıdırlar ve bizimle bizim tekniklerimizi (radyo dalgaları, ses ve görüntü..) kullanarak iletişim kuruyorlar. Insanları uyarıyorlar. Bu gidişatın felaket olduğunu haber veriyorlar. Yani artık bizimle konuşoyorlar ve bize Allah’ın ayetlerini, dinini anlamadığımızı söylüyorlar..
Ragıp el Isfahani, Müfredat adlı tefsirinde (s.165) “insanlarla konuşacağı” belirtilen bu dabbenin, o
ana kadar bilinen görülen bir yaratık olmadığını özellikle vurgular ve kıyamet öncesinde çıkacağını belirtir..
Ayette geçen “Fi’l Ardi” (yerde) ifadesi de atmosferin içinde anlamına gelir. Çünkü Arz, atmosferiyle birlikte arz özelliği taşır. Arz kelimesinin “artikel” (belirli isim) olarak kullanılması gösteriyor ki, bu yaratıklar atmosfer içinde görülmeye başlayacaklar. Nitekim biz de UFO’ları ancak atmosfer içine girdikten sonra görebiliyoruz. Oysa onların atmosfer dışında görüldüklerini de biliyoruz. (Apollu 14’ün verileri)
Müslümanlar 14 asırdır işte bu dabbeden (dabbetül arz) söz edip duruyorlar ama her asırda
onunla ilgili tarifler değişip karma karışık bir hal almış..
Bunların ansızın saldırıya geçecek -ki bu da olsa olsa beşerin artık iler tutar yanının kalmaması sonucudur- uzaylılar olduğu söylenebilir. Çünkü bu dabbe ile ilgili rivayetlerin birinde onların saklı bir topluluk oldukları ve zamanı geldiğinde içine hapsedildikleri boyuttan çıkıp saldırıya geçecekleri belirtilir..
Tayr
Tayr kelimesinin bizi ilgilendiren şekliyle ilk geçtiği ayet Enam Suresi’nin 38. ayetidir. Bu ayette “Yer yüzünde hiç bir canlı ve iki kanadıyla uçan hiç bir ‘uçucu’ yoktur ki, sizin gibi kendilerine has kanunları bulunan bir topluluk olmasınlar” denilir.
Burada ‘tayr’ kelimesinden maksadın bilinen kuşlar olduğu açık seçik belli oluyor. Çünkü onları
“ümmet” (topluluk) diye nitelendiriliyorlar. Cenabı hak, “tairun yatiru bi cenaheyhi” diyerek iki kanatlı kuşlardan söz ettiğini özellikle vurguluyor.
Ancak bir sonraki, ayette, Cenabı Hak, “Kitapta (anılması gereken) hiç bir şeyi eksik bırakmadık”, diyerek, bilinen ‘dabbe’ ve bilinen ‘tayr’ın dışında ilerde ve gelecekte karşılaşılabilecek diğer uçucuların veya canlıların da kendi yaratığı ve kendi kudreti altında olduklarını hatırlatmış olur..
Kur’an-ı Kerim de sık sık bu tür açıklamalar vardır. Bir ayette Cenab-ı Hak, dönemin bilinen
binekleri olan eşek, at(katır) ve deveyi andıktan sonra, “Biz daha onlar gibi nice binekler yaratmışız” diyerek, hem o dönemin insanlarına akla aykırı olmayan bir ibret dersi vermiş oluyor, hem de çağımızda artık uçak, roket, helikopter, tren, otomobil ve gelecekte üretilmesi mukadder olan bineklere de insan zihninde kapı açmış oluyor..
Keza, bir başka ayet-i kerimede, Cenab-ı Hak insana, yerlerde, denizlerde ve göklerde geçitler
ve yollar yarattığını söyeler ki, bu ayet, bugün dünkünden çok daha derin anlamlar içermektedir.
Nitekim teknoloji geliştikçe, ilmi çalışmalar yeni yeni gerçekler ortaya çıkardıkça Kur’an’daki bir çok ayet de anlam kazanıyor ve ne demek istediği daha iyi anlaşılıyor.
‘Tayr’ kelimesi de bu neviden bir kelimedir. Kur’andaki her ‘tayr’ kelimesinin kuş olmadığını
bugün çok daha iyi anlıyoruz.
“Uçan Ümmet”!
Bu tabir etrafında biraz fikir jimnastiği yaptığımız zaman, kuşlarla birlikte, uzaylıları da bir ümmet kabul etmekte güçlük çekmeyiz. Hele “Biz kitapta anılmadık hiçbir şey bırakmadık” tenbihi, bizleri, bilinenlerin ötesinde, geniş düşünmeye sevk etmek içindir. Çünkü her ayetin hem umumi bir bakışı hem özel bakışı vardır. Yani bütün zamanlara toptan hitap ettiği gibi, her bir zamana da ayrı ayrı göndermeler yaparlar.
‘Tair’ kelimesinin -Yasin Suresi’nde olduğu gibi- ‘uğursuzluk’, ‘vebal’ ve ‘sorumluluk’ ifadesi taşıması da ilginçtir. Özellikle Mülk Suresi’nde Uzay’dan yapılacak saldırı ile birlikte düşünüldüğü zaman insanlık için bu kelimenin neden bu anlamları taşıdığını anlamakta güçlük çekmeyiz..(27/47; 36/19)
Nur Suresi’nin 41. Ayeti de ilginçtir. “Görmüyor musunuz, yer yüzündekiler de göktekiler de ve bölük bölük gruplar oluşturan ‘tayr’lar da Allah’ı tesbih ediyorlar”
Ayette geçen “Men fi’ssemavati ve’lardi” ibaresi üzerinde özellikle durulması gereken bir ifadedir. Çünkü “Arz” kelimesi tekil olduğu halde ‘Sema’ kelimesi çoğul kullanılmış. Yani “men fi’s- Semai” denmemiş de “men fi’s-semavati” denmiş. Oysa ayetin genel akışı içinde Sema kelimesinin
‘tekil’ kullanılması daha makul görülüyor. Şayet bu kelime tekil kullanılmış olsaydı, Tayr kelimesinden
ancak, atmosfer içinde hayatlarını sürdürebilen kuşları anlamak zoruinda kalacaktak.
Ayrıca “men” edatı da insanlar gibi bilinçli yaratıkları anlatmak için kullanılmıştır. Kuşlar için
“men” edatı kullanılmaz.
Peki sema kelimesinin tekil değil de “semavat” (gökler) çoğul kullanılmasının hikmeti nedir? Eğer, daha sonra gelen “et-Tayr” kelimesinden maksadın, bizim bildiğimiz ve sadece atmosfer
içinde varlıklarını sürdürebilen kuşlar olsaydı, bu kelimenin de “sema” olarak kullanılması daha uygun
olurdu. Oysa “Semavat” bütün katmanlarıyla “uzayı” anlatır. Demek ki, atmosferimizin dışında da bölükler oluşturarak yaşayan ve bir tür ümmet (yani topluluk) olan uçucular vardır. Kur’an onlara da işaret
ediyor. Ve onların da kendilerine düşen vazifeleri bildiğini hatırlatıyor ardından da “Allah onların da ne yaptığını bilir” diyor..
Neml Suresi’nde ise Cenab-ı Hak, ‘tayr’ topluluğu ile ilitişim kurmanın yolunu gösterir.
Hz. Süleyman bildiğiniz gibi bütün teknik kudretlerle donatılmış büyük peygamberlerden biridir. Bugünkü teknolojimizin ilk ipuclarını hep onun mucizelerinde görürüz. Ses ve eşyanın
ışınlanması, aktarılması, havanın taşıyıcılık özelliği (airodinamik), rezonas, sesin gidiş ve dönüş süreleri,
sesin hızı, insan dışı yaratıkların bayağı işlerde kullanılması (mesela cinlerin Süleyman tapınağı’nda bilfiil çalıştırıldıkları Kur’an’da zikredilir) gibi..
GALAKTİK
İNSAN WEB TEAM
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder