28 Şubat 2014 Cuma

HZ. HAVVA VE HZ. ISA KOPYALAMA MIYDI? DABBETÜL ARZ DENILEN YARATIK, KOPYALAMA YOLUYLA ÜRETILECEK INSAN TÜRÜ MÜDÜR?


Sayın Mehmet Ali Bulut'un ( 90 lı yılların başında yazmış olduğu bir yazı dizisi. ) BÖLÜM 3

Bu soruların, bir çok mümini ürküteceğini peşinen kabul edebiliriz.
Nitekim, Iskoçyalı bilginlerin, koyunları kopyalamasından sonra, bir anda ortalık karışıverdi.. Kimileri bu gelişmeyi,  bilim ve tekniğin din karşısındaki -oysa bu ikisi yani din ve bilim asla birbiriyle yarış halinde değil, aksine yek diğerine kuvvet vermektedir- bir zaferi saydı, bir kısmı da - özellikle kurumlaşıp özünden uzaklaşmış bir din anlayışına sahip olanlar bunu, dinin hukuk alanına bir saldırı kabul ederek, karşı atağa geçti..

Kanaatimizce ateistlerin bu erken sevinci de, din bilginlerinin telaşı da boşuna.. Çünkü bir şeyden o şeyin aynısını “ihrac” etmek (çıkarmak) eşyanın tabiatına zıd bir şey değildir ki, buna hayret edilsin..
Aksine eğer hayret edilecek bir şey varsa o da bir şeyden, ondan farklı olanı çıkarmaktır.. “Halk”
yani yaratmak o yüzden kopyalamaktan daha yüce ve daha kıymetlidir. 

Yaratmak, yoktan var etmek ve o yaratığa kendine has bir tabiat vermektir. Kopyalamak ise o
‘tabiat’ın imkanlarından yararlanarak onu sayıca çoğaltmaktır..

Bir insan bir adama “ayağa kalk” diye bir emir verse ve o insan da ayağa kalksa, o adamı ayağa kaldıran o emir değil, o şahsın tabiatında var olan ‘ayağa kalkabilme’ yeteneğidir. Eğer o şahsın tabiatında ayağa kalkma yeteneği olmasa, ayağa kalkması da mümkün değildir. O emir de batıl bir emir olur..

Cenab-ı Hak, yaratmanın, kopyalama diyebileceğimiz yöntemden daha önemli olduğunu Nisa
Suresinin birinci ayetinde  “Ey insanlar, sizi bir tek nefisten -bir tek şahıstan- yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisinden bir çok erkek ve kadını üreten Rabbinizden korkun...” buyurur.

Böylece, dikkatimizi kendi kudretine çeker. Çünkü O’nun kudreti eşyanın tabitanıdan olsaydı, bir erkekten asla bir dişi çıkmazdı. (Nitekim kopyalama, eşyanın tabiatından yararlanma yöntemi olduğu için, bir şeyden, yine ancak onun kendisini çıkarabilirsiniz) Bu ayette iki kelime üzerinde durmak gerekiyor ki, biri “halaka”dır, diğeri “besse”dir..

“Halaka”, ilhahi emre uygun olan yaratmadır. Eğer, Hz. Adem’den çıkarılmış olan Havva, bir
kopyalama tekniği olsaydı, bu olay, ayette “Ahrace” veya “Besse” kelimesiyle ifade edilirdi. O zaman da
Havva, Adem’in aynısı olurdu. Oysa dişi erkekten farklıdır.

Bitkiler ve hayvanlar alemi iyi incelendiği zaman kopya yoluyla çoğalmanın,  tabiatta zeten var olduğu görülebilir..

Burada kafaları karıştıran mesele, döllenme yoluyla çoğalan türlere kopyalanmanın uygulanmış olmasıdır.
Hepimiz biliyoruz ki, hücreler ve  “çok hücreliler alt aleminin” bir çok türleri “sporlanma” dediğimiz eşeysiz üreme -bir tür kendi kopyasını yapma- yöntemiyle çoğalırlar. Bir çok bitki ve hayvan türleri eşeysiz ürerler ve parçalanarak kendilerinin aynısını üretirler..

Demek ki kopyalanma tekniği zaten tabiatte mevcuttur. Yani bazı solucan türleri ve tenyalar, hücreler, kendilerinin kopyalarını çıkararak çoğalırlar.

Peki öyleyse sorun ne?. Sorun hayvanların, daha doğrusu insanın kopyalanması.
Kur’an-ı Kerim’e şöyle üstün körü bir bakış atılsa, görülecek ki, her iki yaradılış yöntemi de -yani hem yoktan var etme, hem var olandan benzerini çıkarma- çok net ifadelerle zikredilmektedirler..
O yüzden bu konuda bir müslümanın hayret etmesi veya bunun olamayacağını idda etmesi, olsa
olsa cehaletinin eseri olabilir.

Dominant bir erkek olan Adem’den Hava’nın yaratılmış olması tek başına bu konuyu izah ediyor olması gerekir. Üstelik bu hadise, kopyalamanın çok çok ötesinde muhteşem bir yaratmadır..
Malum, Cenab-ı Hak, Adem’i topraktan yarattı ve sonra ona kendi ruhundan üfledi. Ve onu “Cennet” diye adlandırdığı bir mekana bıraktı. Adem yalnızlıktan sıkılınca, Cenab-ı Hak onun tabiatından ona bir eş yarattı. Hz. Havva’nın var edilmesi eşeysiz üremenin ilk örneğidir. Bunun bir de rövanşı vardır; 

Hz. Isa.. Malumunuz, Hz. Havva anasız,  Hz. Isa, babasız var edildi. Biz, insan tabiatındaki imkanları bilmediğimiz, bilemediğimiz için,  bu iki varoluşa “mucize” deyip geçtik asırlarca..
Ama haksızlık yapmamak lazım. Çünkü Muhyiddin Ibnü’l-Arabi (v. 1239), bundan sekiz asır
önce, yazdığı Füsus el-Hikem adlı eserinde, Hz. Meryem’in Hz. Isa’ya hamile kalması hadisesini anlatırken, insan tabiatının kapyalama tekniğiyle çoğalabileceğinin ipuçlarını da verir..

Ibnü’l-Arabi, Samiri’nin altından yaptığı buzağı heykeline dikkat çeker. O heykel, adeta canlıydı ve her dokunuşta buzağı sesi çıkarırdı. Çünkü Samiri, altından yaptığı heykelin hamuruna, ‘hayat’ olan Cebrail’in bastığı topraktan bir avuç toprak atmıştı. “Samiri, bu işi biliyordu. Meleğin Cebrail olduğunu anlayınca, onun temas ettiği şeyde hayat yayıldığını keşfetti. Bu keşfi neticesinde, Cebrail’in geçtiği izden avuç dolusu  toprak aldı ve buzağı heykelinin harcına attı. Heykeli tamamlayınca buzağı böğürmeye başladı. Çünkü sığır suretindeki bir şeyden çıkan ancak böğürmektir. 

Eğer yaptığı heykelin şekli, başka bir surette olsaydı, ondan o surete mahsus ses çıkardı. Nasıl ki deveden homordama, koçtan gümürdeme, koyundan meleme çıkıyor öyle. Eğer yaptığı heykel insan olsaydı o da insan gibi konuşurdu”  (Füsus el-Hikem, sayfa 167).

Görüldüğü gibi Ibnü’l-Arabi Adem’in yaradılış sırrını anlatırken, çok ince bir telmihte bulunuyor. Yapılan suret suretin bütün imkanlarını havi ise, ondan o tabiate uygun faaliyet zuhur eder. Bu kudret kainatın tabiatında cenab-ı Hakk’ın var kıldığı bir imkan..

Şimdi yeniden Nisa Suresi’nin ilk ayetine dönelim..
“Ey insanlar, sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan eşini var edip ikisinden bir çok erkek ve kadın üreten Rabbiniz’den korkun....” 


Elmalı Hamdi yazır, bu ayeti tefsir ederken, erkekten dişinin, dişiden erkeğin yaratılmış olması nimetini hatırlatır. Çünkü yaradılış, sadece eşyanın tabiatındaki çoğalma tekniği olan kopyalamaktan ibaret kalsaydı, Adem’den asla Havva, Havva’dan da asla erkek çocuklar var olamazdı. Çünkü dişiden dişi, erkekten ancak erkek türeyebilir. Oysa Cenab-ı Hak, kudretiyle dişiden erkeği, erkekten dişiyi var etmiştir.

Burada “Besse” kelimesi üzerinde de durmak gerekir. “Besse”, “halaka”den farklıdır. Besse, yaymak, çoğaltmak, teksir etmek, bir nüshadan sayısız benzerlerini çıkarmak demektir..

Halaka (yaratma) kelimesiyle birlikte, üreyip çoğalma konusunda besse kelimesini ihtiyar etmesi, yaratma yöntemleri arasında kopyalama tekniklerinin var olduğuna da dikkat çekmek içindir.

Hücreler, virüsler, bakteriler,  “çok hücreli alt alem”e mensup bazı türler ve bazı heyvanlar, nasıl ki kendi kopyalarını üretebiliyorlarsa, aynı cevherin üst formları olan hayvanlarla insanların da kopyalanabileceğini  ihtar ederler.

Koyun pekala kopyalanabiliyor, maymun kopyalanabiliyorsa insan da kopyalanabilir. Fakat, burada bir şeyi gözden kaçırmamak lazım.

Inan kopyası asla hayvan kopyasına benzemez. Çünkü hayvanların hareketi insiyaki, insanların hareketi iradidir. Iradenin ana kaynağı, daha doğrusu ortaya çıkış vasıtası akıldır.

Akıl dış alemden gelen verilerin reorganize edildiği bir mkina olduğu için, yetenek ve mahiyet itibarıyla birbirinin aynı olan iki insanın tıpa tıp aynı hareketleri ve eğilimleri sergilemeleri asla mümkün olmaz.. Çünkü aldıkları veriler ve yaşadıkları çevre farklı olacaktır.

Benim kopyam olan bir insan, benim geçirdiğim fikri ve fiili tecrübelerin aynısından geçmedikçe, tahsil ettiğim bilgileri eş zamanlı almadıkça benim sergilediğim fiilleri sergileyemez. Çünkü akıl, aynı zamanda, herbirimizi diğerinden ayıran irfanın da kaynağıdır..

Dolayısıyla bir insanın kopyasının tıpa tıp kendisi olması mümkün değildir. Üstelik, Insan Suret-i Rahman’da yaratıldığı için, onda beliren esma muhteliftir. Bu esma sabit değildir ki, kopyalanmış insanlar da tıpa tıp birbirlerine benzesinler.

Kısacası insanın kopyalanması mümkündür ve bunun delilleri nass’ta mevcuttur. Hem haber verilmiştir, olacaktır. Bunun önünün alınması mümkün değil.  Ancak bunun insanlık için faydalı olup olmayacağı  tartışılır.
Zira ahir zamanda zuyun edecek bir türden, yani “Dabbetü’l-Arz’dan (Yer yaratığı’ndan) söz
edilir.  Bu gerçekleştirilecektir ve insanlığın başına bela olacaktır. Zira “dabbe” hakkında zikredilen “Te’kulu minseatihi”  (Insanın iliklerini yiyecektir” ifadesi, çok açık bir şekilde bu yerde üretilmiş türün, insanlığın ana kaynaklarını tüketip kıyamete zemin hazırlayacağı haber verilmiştir.. GALAKTİK İNSAN WEB TEAM

27 Şubat 2014 Perşembe

CİNLER TEKNİĞİN EMRİNDE




 Sayın Mehmet Ali Bulut'un (90 lı yılların başında yazmış olduğu bir yazı dizisi) BÖLÜM 2

Yeryüzünün en esrarlı yapıtları hiç şüphesiz Piramitlerdir..
Yapılışlarının üzerinden 3-4 bin yıl geçm olmasına rağmen, bu piramitlerin ne amaçla ve nal yapıldıkları anlaşılabilmiş dil.  Üstelik, bütün arkeolog ve tarih araştırıcılarının üzerinde en çok durdukları eserler olmasına rağmen..

Şu dünyanın hali ne kadar da garip. Bilgisi ve elde ettiği teknik imkanlarıyla insanın kopyanı üretecek tecrübeye ulaşmış olmasına rağmen, tarihin keranlık bir neminde yapılş bir eseri anlamakta güçlük çekmesi tuhaf değil mi?

Piramitlerle ilgili sayısız insan kafa yormuş, bir çok bilim adamı esrarını çözmeye
çalışmış ve bir çok tarihçi onların yapılış şartlarını ortaya çıkarmaya çabalamış ama nafile..

Bu eserlerin mezar olarak yapıldığını idda edenlere en susturucu cevabı Keops piramidi vermektedir. Keops hem büyükk, hem etkileyicilik açısından piramitlerin en görkemlisi. Mamafih, şimdi kral odası diye anılan bölümünde bir mezar bulunmaktadır.  Ama birilerinin buraya gömüldüğüne dair tek kanıt yoktur..

Bu odada bir ölü mme töreni yapıldığına dair de bir belirti mevcut değil. Keops gerçekten buraya gömüldü ise  onu niye törensiz gömdüler
.
Bugün kral odası’na geçmek için görkemli Büyük Galeri’den geçmek gerekiyor. Bu gelarinin uzunluğu 47.5 metre. Yüksekliği 8.5, eni ise 2 metredir.  Bu görkemli koridor kral odası’na yaklaştıkça daralır ve ve bir insanın ancak iki büklüm olarak geçebileceği bir kapıya ulaşır. Ve bu kapıdan içeri girilir. Koskoca firavunun müldüğü yere neden yle dapdar bir koridordan girilsin?

Üstelik bune kadar, firavunun oraya müldüğüne dair tek ize tek belirtiye, kanıta rastlanmadı.

Yoksa Keops bunu kendisi için yaptırdı da oraya gömülme imkanı mı olmadı?
Az sonra bunların cevabını Kur’an Kerim’den vereceğiz. Ancak cevaplara geçmeden önce sorularımızı biraz daha çaltalım..

Sonra, bu eserlerin niçin böyle yapıldığına dair bir ipucu da yok.
Insanları hayrete düşüren bir der konu ise piramitlerin altın ölçü denilen en uygun biçime sahip olamarı. Piramitleri yapanların matematiği iyi bildiklerini de kabul etmek zorundayız. Çünkü Piramitin yüksekliği ile tabanı arasındaki oran, ünlü pi sayısını veriyor. Bir dairenin çevresininin, o dairenin çapına oranı olan Pi sayısını insanlık çok çok sonra tesbit ettine göre, Mısırlılar bunu nereden bilmişlerdi. Yoksa onlar bizim bilmedimiz yüksek bir teknolojiye mi sahiptiler?

Keza piramitlerin yapılışına ve kullanılan hadiseye bakılırsa, bu eserleri inşa
edenlerin, uzayı iyi bildikleri, dünyanın yuvarlaklığından haberdar oldukları ve enlem ve boylamları tesbit ettikleri anlaşılıyor.

Piramitlerin ve şehirlerin yerlerinin seçimleri açısından da hayrete düşürecek bir bilgi birikimine sahip oldukları görülüyor..

Ama malesef bütün bu tesbitler, bu çalışmalar ve çabalar, piramitlerin niçin ve nasıl
yapıldığına dair bir kanaat vermiyor.

Her biri ikibuçuk - üç ton ağırlığında olan bu taşların, 50 - 60 metre yükseklle nasıl çıkarıldıkları ise bir diğer muamma.

Bu konuda yapılan izahların en komi olarak nitelendirilen  taşların yü ile oraya
çıkarıldıkları yolundaki tezin dru olabilme ihtimali var mı?

Bilimsel çalışmalar malesef bu eserler konusunda bize bune kadar inandırıcı olabilecek bir çözüm getirebilmiş değil. Çağımızın kör dehası semavi metinlere bakmayı da kendisine yediremiyor..

Oysa Kur’an Kerim, yukarıda geçen soruların çuna net, çuna da ima yoluyla
Cevap vermektedir..

Firavunlar dönemi Mısırnın, mimaride çok çok ileri oldunu, Kuran Kerimden anlıyoruz. Kur’anın 89. Suresi olan Fecr Suresi, geçm ümmetlerin mimaride ulaşkları yeri çok net dile getirir. 
Şöyle der ayette:
Fecre, on geceye, çifte ve teke, örttüğü an geceye yemin olsun ki, bunlarda ve (şu anlalacaklarda) akıl sahipleri için yemin değerinde ibretler vardır. Rabbinin Ad kavmine ne yaptığını rmedin mi? Ve direkler üzerinde kurulmuş (yüksek anıtlar ve binalarla bezenmiş) yeryüzünde asla eşi benzeri olmayan (ve olmayacak) Irem şehrine...
O, vadilerde  kayaları oyup ev yapan Semuda..  Ve sütunlarla (ve piramitlerle) bezedikleri şehirlerde Allaha b kaldıran firavunları... (ne yapğını görmediniz mi?) (ayet 1-14)

Burada firavun kelimesi üzerinde durmak gerekir.  “Fir sahip’ demektir, avn ise
sütun ve direk anlamınadır. Firavun da sütunlar ve direkler sahibi anlamına gelir. Kısacası Firavun, bir şahıs isminden çok, şehirleri ve o şehirlerle anılan kıralları tanımlamaktadır..

te Firavun, ulaşğı bu ks ve ihtişamla azgınlaşmış ve sonunda halkına “Ben sizin rabbinizim demiş ve herkesi de kendisine tapmaya, secde etmeye mecbur etmiştir.
Bunun üzerine Cenab Hak, ona ve onun çevresindekilere, elçisi Hz. Musa’yı musallat etmiştir.

Hz. Musa, en belirgini ‘asa ve floresan lamba gibi ışık saçan eli” olmak üzere 9 mucize ile Firavunun karşısına çıkmışr..

Firavun, Hz. Musa’daki ilahi çleri, kendi bilginlerinde olağanüstü derecelere varmış sihirle eş değerde saydı ve Musa’yı kendi bilginleriyle yarışmaya davet etti. Bunun için de milli bir bayram nü seçildi.

Nihayet karşılaşma günü geldiğinde, Firavunun adamları ellerindeki ipleri yere bıraklar. Her bir ip dehşetli birer yılan olup Musanın üzerine yürüdü. Musa çekindi. Bunun üzerine ona Asanı yere bırak” emri verildi. O da asayı yere bırak.  Asa bir ejderhaya dönüştü ve yılanları birer birer yuttu.

Musa’nın ejderhasının, onların yılanlarını yuttunu görünce sihirbazlar secdeye vardılar ve Musa’yı büyüklediler. Çünkü her sihirbaz bilir ki sihir bozulduğu zaman, sihir için kullanılan madde ortada kalırdı. Oysa Asa lanları yutmakla kalmamış, ipler de yok olmuştu. Sihirbazlar,  bunun bir sihir olmadığını kavradılar ve Musaya iman ettiler..

Firavun, Musa karşısında yenilmişti. Öfkesini sihirbazlardan aldı ve hepsinin kol ve
bacaklarını kestirdi..

Ancak Musa ile konuşmaya mecbur kaldı. Hz. Musa,  yerleri ve gökleri yaratanın,
Alemlerin rabbi Allah’ olduğunu söyledi. Firavun alemlerin rabbi de ne oluyor deyince Hz. Musa, ona O, yaratandır ve diriltendir. Güneşi dudan getirip batıdan batıran O’dur” dedi. Firavun, yenilgiyi kabul etmemek için veziri ve bilimsel danışmanı olan Hamana emir verdi:
-Bana bir d yap. O dağın tepesine çıkıp gökleri rasat edeceğim. Bakam
Musan dediği gibi bir ilah göklerde var mı. Ben onu bir yalancı sanıyorum dedi..
Ve Haman,  çu da Beni Isral kavminden olan binlerce insanı bir dağ yapmak üzere topladı. Firavun, bir yandan Musanın toplum üzerindeki etkisini yok etmek için çabalıyor, bir yandan da yapılmakta olan dağın (piramidin) olağanüstü olması için çaba harcıyordu.  Hatta denilir ki, dağ tamamlandıktan sonra firavun dağın tepesine çıkmış, eline bir ok alıp göğe fırlatmış, Cenab Hak, onu fitneye düşürmek için, oku yere kanlı düşürmüştür. Firavun oktaki kan izini görünce Musa’ya Senin rabbini öldürm dem ve sapnlıkta daha da azgınlaşmıştır..

Daha sonra Firavun ile Hz. Musa arasında Tevrat ve Kur’an-ı Kerim’de teferruatlı
şekilde anlatılan mücadeleler başlamış, sonunda Firavun Israiloğullarının gitmesine müsaade etm ama sonra hemen ardından pişman olup onları ordusuyla takibe koyulmuştur. Firavun’un askerleri  israiloğullarını Kızıl deniz kenarında sıkıştırdığında, bilinen o yük mucize, denizin yarılması mucuzesi yaşanmış, israiloğulların peşi sıra denizin açılan vadisine giren Firavun bütün ordusuyla birlikte boğulmuştur.

te Tam bu sırada, Firavun’un neden Kral Odası’na gömülmediğini izah eden hadise
cerayan etmiştir. Firavun gördükleri karşısında son anda iman etmiştir. Ancak bu geç bir imandır. Fakat Allah, g de olsa onun bu imanı karşısında onu bir başka mucizenin kanıtı yapmıştır..  Cenab Hak ona şöyle seslenmiştir:

(Ey Firavun) ! Senden sonra geleceklere ibret olman için bugün senin bedenini
(cansız olarak) kurtaracağız... (Yunus,92)

Evet Firavun, göklerde sandığı Allahı görmek için Piramitleri yaptırdı. Elbette ki kleri rasat edebilecek bir yapının, astronomik özelliklere sahip olması kaçınılmazdır.
Öte yandan, bu dağ diye anılan piramitin yapımında, dönemin bilinen bütün tenkinleri
yanında, olağanüstü çlere sahip kişileri de çalışrılmıştır. Dünyanın hiç bir döneminde hiç bir topluluk Mısırlılar kadar, insan dışı varlıklardan yararlanmayı başaramışlardır.
Hz. Süleymanın Süleyman Tapınağını cinlere inşa ettirdini ve daha bir çok
hizmetlerde onları kullandığını da burada hatırlatalım. (Sebe, 12-13)
Piramitlerin sihirbazların eseri veya daha çok onların kontrol ettiği insan dışı varlıkların eseri olduğunu söylemek hiç de yanlış olmaz..

Keza, keopsun mezarının boş olması da yukarıda verdimiz ayette anlaşılmaktadır.
Çünkü firavun kendisi için yaptırdığı piramide gömülememişti. Onun bedenini Allah, Kızıl denizin sahilinde kızgın kumların arasında secde eder vaziyette muhafaza etmişti. Bundan 5-10 yıl önce Ingiliz arkeologlar tarafından bulunan ve hiç bozulmamış secde halindeki cesed,
bunu izah ediyordu..

Evet piramidlerin sır Kur’anda ve tevratta gizli.. Özellikle Kur’an-ı Kerim iyi incelendinde onun sırrını da çözebiliriz..

Bu arada bir konuya daha kalem atmakta yarar var. O da cinlerin tabiatıyla ilgili
Malumunuz Kur’an- Kerim Cinler’in dumansız ateşten yaratıldığını sıklıkla vurgular. Dumanz ateş enerjinin kendisidir.

Bugün dünyamızı bekleyen en büyük problemlerin başında enerji sıkıntısı gelmektedir. Petrolün en fazla 35-40 l daha hizmet vereceği sanılıyor. Ondan sonra insanlığın en büyük problemlerinden biri hiç şüphesiz enerji olacakr.

Cinlerin enerjiden yaratıldığının k k hatırlatılmanın bir hikmeti de galiba insanları onlardan bu yönde yararlanmaya yöneltmektir.

Çünkü saf enerji olean cinlerin varlığının bu amaçla kullanılması mümkün. Sanırım bu yolda bazı çalyışmalar da mevcut. Özellikle pakistanlı bir iki fizik bilginininin bu konuda kafa yordu duyduklarım arasında



İngiliz matematikçi ve astronomist olan John Taylor birtakım çalışmalar yapmış ve elde ettiği sonuçlar Howard Vyse tarafından analiz edilmiştir. Bunlardan bazıları;
- Keops piramidinin taban alanı dünyayı yataydan ikiye böldüğümüzde ortaya çıkan kesit alanı gibi düşünülürse ve piramidin tabanı dünyanın yarıçapı üzerine oturtulsa, yüksekliği tam kutup noktasına denk gelirdi. Yani burada kusursuz bir oran mevcuttur.
-Keops piramidinin taban çevresini yüksekliğinin iki katına bölündüğünde tam olarak pi=3,1416 sayısı elde edilmektedir.
- Keops ve Kefren piramitleri doğu-batı ve kuzey-güney sınırlarına öyle kusursuz yerleştirilmiştirler ki, o günün koşulları düşünüldüğünde hayret verici bir durum olarak görülmektedir.
- Keops piramidinin üçgen şeklindeki dört yüzeyinin toplam alanı, piramit yüksekliğinin karesine eşittir.
- Keops piramidinin yüksekliğinin 1 milyarla çarpımı tam olarak dünya ile güneş arasındaki mesafeyi(149.504.000km) vermektedir.
- Piramitler bir güneş saati olarak işlev görmektedirler. piramitlerin Ekim ayı ortasında ve Mart ayının başlangıcında yre düşürdüğü gölgeler, mevsimleri ve yılın uzunluğunu gösterir.
- Keops piramidiyle dünyanın merkezi arasındaki mesafe, Kuzey kutbuyla arasındaki mesafeye eşittir.
Bilimsel olarak kanıtlanmamış bazı rivayetler ise şunlardır;
- Piramitlerin üzerinden geçen meridyen, karaları ve denizleri iki eşit parçaya bölmektedir.
- Piramit hangi firavunun adına yapıldıysa, kralın odasına yılda sadece iki kez güneş girmektedir. Bunlar kralın doğduğu ve öldüğü günlerdir.
- Piramitlerin içerisinde radar gibi aletler çalışmamaktadır.
- Piramit içerisinde bırakılmış kirli bir su, birkaç gün içerisinde arıtılmış hale gelmektedir.
- Piramitin içerisine bırakılan süt birkaç gün bozulmadan kalabilirken, beklenmeye devam edilmesi durumunda yoğurt haline gelmektedir.
- Piramit içerisine koyulan bir bitki hiç ışık almasa da normale göre daha hızlı büyümektedir.
- Açık bir yara, piramit içerisinde çok daha çabuk bir şekilde iyileşmektedir.
- Piramitlerin içi yazın serin, kışın ise ılık olur.
- Gize Platosu’ndan geçen boylam, denizlerle karaları iki eşit parçaya böler.

Galaktik İnsan Web Team Not : Piramitler Tesla Modeli enerji yayan aydınlatmada ve daha bir çok şeyde kullanılan enerjiyi üretiyorlardı.




GALAKTİK İNSAN WEB TEAM