Sayın Mehmet Ali Bulut'un (90 lı yılların başında yazmış olduğu bir yazı dizisi) BÖLÜM 1
Sabah erken televizyon izleme alışkanlığım yoktur. Ancak geçenlerde nasıl olduysa
sabah kalkıp bir televizyon kanalındaki haberlere takıldım..
Ve bir haber:
“Beyaz Saray bombalandı!”
Şok oldum. Çünkü haber son derece ciddi verilmişti. Üstelik bütün dünyada Amerika’ya yönelik saldırıların gündemde olduğu günlerdeyiz. Olur mu olur dedim.
Az sonra haberin detayına geçildi. Meğerse bilim kurgu türü bir filmden bahsediliyormuş. 7-8 trilyona mal edilen film’de Uzaylılar dünyayı istila etmişler ve bu arada Amerikayı yerle bir etmişler..
Tabi bu saldırılardan
Beyaz Saray da nasibini alıyor. Beyaz Saraya saldırı sahnesini
izlerken, ister istemez Kur’an-ı kerim’deki bazı ayetler aklıma geldi..
Mülk Suresinde, (16 ve 17. ayetler) insanlar, uzaydan gelecek bir saldırıya karşı uyarılıyor ve “Uzaydekilerin sizi yere batırmayacağından emin misiniz? O zaman yer öyle bir sarsılışla sarsılır ki.. Hem siz uzaydakilerin dumansız ateşlerle size saldırmalarından
güvende misiniz? İşte o zaman korku neymiş anlarsınız”
Ve Rahman Suresinde bir başka ayet “Ey iki süper güç, sizin icabınıza bakacağımız
zaman da gelecek” Bu ayette “sekalen” iki süper ağırlık tabiri geçer ve genel anlamıyla insan ve cin türlerini hedef alır. Ama bu ayetin hemen sonunda insanların uzay çalışmalarından
haber veren ayetle bir irtibat kurduğumuz zaman, pekala bu ayeti çağımızın iki süper gücüyle de yorumlayabiliriz. Bu Kur’ana eksiklik vermez. Aksine zenginleştirir..
Fil Suresi ise, başlı başına bir hadise..
İbret alanlar için sayısız belgeler ve vesikalar vardır..
Dolayısıyla, insan hayalinin ürettiği bu film, bizce sadece toplumsal bir önsezidir, bir hissi kalben vukudur.
Cenab-ı Hak, yeryüzünde azgınlık yapan milletleri bir yakaladı mı tam yakalar ve onları yerle bir eder. Onun sayısız odaları vardır. Bizim uzaylılar dediğimiz yaratıklar da onun kudretinin tezahüründen ibarettir.
Dolayısıyla Sovyet İmparatorluğu’nu hiç de izah edilmez bir şekilde dağıtıp parçalayan
Allah, kendisini göklerin hakimi bilen Amerika’yı da pekala tedip edebilir. Nitekim, beyinler onun nasıl gerçekleşebileceğini hayal etmeye başladılar bile..
Bu çerçeveden Fil Suresi’ne baktığımız zaman ilginç şeyler çıkıyor ortaya.
İŞTE FİL SURESİNE KONU OLAN HADİSE
Bilindiği gibi Mekke, bünyesinde barındırdığı Kabe dolayısıyla en eski zamanlardan
beri Arabistanın hem kültür hem ticaret merkeziydi. Buralarda
her yıl kültür şenlikleri düzenlenir,
şiir yarışları tertip edilir ve kurulan panayırlarda hem kültür alış verişinde bulunulur hem de ticaret
yapılırdı.
Putperest kureyşliler, bu faaliyetler sayesinde büyük servetler edinmişlerdi.
Habeşistan, bütün çabalarına rağmen, bu kültürel faaliyetleri ve ticari sürkilasyonu kendi üzerine çekemiyordu. Gün geçtikçe Mekke daha zengin oluyor ve kültür merkezi olma bakımından öne geçiyordu.
Dönemin Habeşistan kralı Ebrehe, putperest olan Kureyşliler’in bu avantajı Ka’be
sayesinde yakaladıklarını biliyordu. Eğer kendisi de bir mabed inşa ederse, belki ticareti
Habeşistana çekebilecekti.
Öyle de yaptı. Altın kubbeli muhteşem bir mabed yaptırdı ve herkesi buraya gelmeye
mecbur etti. Mekkelilere de bu yolda haber gönderdi.
Bunun üzerine Habeşistan’a giden bir Kureyşli, bu da mabed mi diyerek, mabedin içine
pisledi.
Buna çok öfkelenen Ebrehe, Mekke’yi alıp Kabe’yi yıkmaya karar verdi. Ordusunun
önünde filler yürüyordu. Nihayet Mekke civarına gelince, otağını kurdu ve Mekke’lilerin sürülerini gasp etmeye başladı..
O sıralarda Mekke’nin siyasi lideri, Hz. Peygamberin dedesi Abdulmuttalibti. Ebrehe
Abdülmuttalibin de 200 devesini almıştı..
Bu haber Abdülmuttalibe ulaşınca, Abdülmuttalib, Ebrehe’nin karargahına gitti. Ebrehe, onun Mekke’nin affı için yalvaracağını umuyordu. Ama öyle olmadı. Abdülmuttalib,
develerini talep etmek için geldiğini söyledi..
Ebrehe şaşırdı. Onun Mekke lideri olarak kendisinden bağışlanma dileyeceğini ve
Kabe’ye zarar vermemesini isteyeceğini sandı. Ve:
Sen develerin için mi geldin. Oysa ben, senin Kabe’ye zarar vermemem için ricacı olacağını umuyordum dedi. Abdülmuttalib ona şu cevabı verdi:
-Hayır ben Kabe için gelmedim. Ben develerim için geldim. Ben develerimin
sahibiyim. Kabe ise Allah’ındır.
Ebrehe, aşağılayıcı bakışlarla Abdülmüttalibi süzdükten sonra:
-Verin şunun develerini, yarın hepsini birlikte
alacağım!
Abdülmuttalib ordan ayrıldıktan hemen sonra Fil Suresi’nde geçen hadise cereyan etti..
Şimdi surenin mealini
aktaralım:
“Görmedin mi Rabbin Fil sahiplerine ne yaptı?
Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?
Üzerlerine “siccil taşları” fırlatan “uçan ebabil”ler gönderdi.
Ve onları “asfin mekul”e çevirdi..
Burada üzerinde duracağımız kelimeler ‘tayr’, ‘ebabil’, ‘siccil’ dir.
Tayr: Bilindiği gibi ‘tayr’ uçan şeye verilen genel addır. Bu surede ‘tayr’ kelimesinin
‘nekre’ (belirsiz) bir isim olarak kullanılması, bunların bildiğimiz kuşlar olmadığına dikkat çekmek içindir. Elmalı Hamdi yazır bu surenin tefsirini yaparken “Bu kelimenin nekre kullanılması, bunların tanınmadık, bilinmedik garip uçucular olduğunu hatırlatmak içindir” der.
“TANINMADIK GARİP KUŞ"
Bu ifadeler son derece ilginç değil mi?
UFO’ların ingilizcedeki karşılığıyla tam tamına örtüş müyor mu; (tanımlanamyan uçan cisim)!. Tahmin ediyoruz ki, merhum Yazır, bu tefsiri yaparken, UFO’lar görünmüş olsaydı,
mutlaka onlara bir telmihte bulunurdu..
Çünkü Elmalı Tefsiri, teknolojik
gelişmelere en çok dikkat çekmiş tefsirlerden biridir
hatta kendi dönemi için en iyisidir.
Elmalı aynı kelimenin tefsirinde “Bunlar -siz bunu uçan cisimler olarak da
anlayabilirsiniz- o zamana kadar oralarda
hiç görülmemiş, irili ufaklı, siyah, yeşil, bayaz, takım takım kuşlardı”
Eğer surede geçen ‘tayr’ kelimesi bilinen bir tür kuş olsaydı, bunların irili ufaklı olması veya değişik renklerde olması gerekmezdi. Oysa irili ufaklı ve muhtelif renklerden söz ediliyor
ve bunların takım takım, yani filolar halinde saldırdığı belirtiliyor.
Amon-Ra’nın dönüşünü anlatan “Yıldız Geçidi” filmiyle, Amerika’nın Uzaylılar
tarafından istilasını anlatan ve yeni yeni vizyona giren filmdeki uzay araçları göz önüne alınacak
olsa, Ebabil -ki aşağıda izah edeceğimiz gibi ebabil, filo demektir- diye nitelendirilen kuşların
ne derece hakikate uygun olduğu da anlaşılır..
Bilinen bir gerçek varsa, bu surede geçen Tayr, bildiğimiz kuşlar değildi ve o daha önce hiç görülmemişti.. ( video 01)
VİDEO 01
Ebabil: Bu surede geçen diğer ilginç bir kelime de Ebabil’dir.
Tefsirlerde Eababil kuşun adı olarak değil, ‘uçuş şekli’ diye anılır. Uçan ve aşağıdakilere ‘siccil’ atan bu uçucuların uçma biçimini anlatmaya yöneliktir.
Ebabil kelimesini anlatabilmek için ‘şemati’ ve ‘abadid’ kelimeleri örnek verilmiş.
Şemati, askeri literatürde ‘dağınık kıtaları’, ‘abadid’ ise ‘manga’, ‘bölük’ ve ‘filo’ları anlatır. Bütünden ayrılıp küçük birlikler oluşturmaya ‘abadid’ denmiş..
Ebabil’in ilginç bir yanı da bu keleminin müfredinin yani tekilinin olmamasıdır. Daima çokluk olarak kullanılır. Tıpkı filo gibi.
Filo dendiğinde hemen aklınıza üçten fazla sayılar akla gelir.
Sahabeden ünlü müfessir Ibn-i Mes’ud da bu kelimeyi ‘uçan fırkalar’ diye tefsir etmiş.
Bugün buna kısaca ‘filo’diyebiliriz.
Ünlü müfessir Ibni Cerir de Ebabil’i kuşun adı aolarak değil, uçuş biçimlerinin vasfı olarak algılamamız gerektiğini söyler ve Ebabil’i, “dört bir taraftan ayrı ayrı ve gruplar halinde uçmanın adı” diye zikreder.
Ancak bazı tefsirlerde,
bu kelimenin ‘ibbale’ kelimesinden geldiğini, ibbalenin de grup ve
demet anlamına kullanıldığnı hatırlatır. Görülüyor ki, hangi anlamda kullanılırsa kullanılsın, Fil Suresi’nde geçen ‘uçucuların, Ebabil Kuşları ile alakası yoktur. Ebabil onların adı değil, uçuş şekillerini anlatan bir vasıftır..
Sonra bu uçan varlıklarla ilgil başka teferrualar da vardır. “Bunların ayakları köpek
ayağına benziyordu” deniliyor
ve Deniz’den geldikleri ve ansızın belirdikleri rivayet ediliyor. Ve renliliklerine özellikle dikkat çekiliyor.
Siccil: Siccil kelimesi de surede dikkat çeken bir kelime. Siccil kelimesi Kur’an-ı kerimde
başka yerlerde de geçer. Bir ayette ise ‘müsevveme’ kelimesi ile birlikte anılır. Müsevveme
‘nereye isabet edeceği belirlenmiş’ anlamınadır. Hedefe kilitlenmiş füzeye de ‘müsevveme’
denir
Siccil, tefsirlerde kabaca ‘bişmiş sıcak taş’ olarak geçer. Bugün rahatlıkla bomba
diyebileceğimiz siccil kelimesinin tefsirlerdeki yorumları incelendiğinde, müfessirlerin nerde ise
‘bomba’ diye nitelendirilecek bir anlamı yakalamaya çalıştıklarını hissedersiniz.
Zamehşeri, ‘sanki yazılmış, tedvin edilmiş (yani koordine edilmiş ve sabitleştirilmiş)
ateş dolu azap’ diyor siccil için.
Siccil, keçi veya koyun gübresi iriliğinde taşlar diye tanımlanmış ve kuşların bunları ağızlarında ve ayaklarında taşıdıkları rivayet edilmiş. Bir savaş uçağını anlatmak için acaba o devirde bundan daha güzel tanım yapılabilir miydi?
Ibni Abbas ise ‘fındık’ tanımı yapıyor, çok çok ağır cisimler olduğunu aktarıyor. Fındığın
bildiğiniz gibi üzerinde sert bir kabuk vardır ama özü yani işe yarayan kısmı içindedir.
Size kurşunu hatırlat mıyor mu?
Evet bu uçan cisimlerin Ebrehe ordusuna fırlattığı bu siccil’ler onları bir anda ‘asfi me’kul’e çevirdi.
Aynı şeyin Amerika’nın başına veya azgınlıkta ileri giden bir başka topluluğun başına gelmeyeceğini kim garanti edebilir?
GALAKTİK İNSAN WEB TEAM
GALAKTİK İNSAN WEB TEAM
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder